KonuşmalarTBMM Faaliyetleri

Kenanoğlu: İstanbul’da depremler için toplanma alanı mezarlıklar, barınma alanı da AVM’ler!

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, Deprem Araştırma Komisyonu tarafında hazırlanan rapor üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda konuştu. Geçtiğimiz yıl İzmir’de yaşanan deprem sonrasında TBMM’de grubu bulunan partilerin ortak katılımıyla kurulan komisyonun 4 aylık bir çalışma sonucunda 467 sayfalık bir rapor hazırladığını belirten Kenanoğlu, konuşmasında öncelikle daha önce Meclis’te hazırlanan deprem raporlarındaki önerilerin sözde kaldığını ve gerekli adımlarım atılmadığını ifade etti. 1948’den günümüzde dek geçen 73 yılda 23 kez imar affı yapıldığını söyleyen Kenanoğlu bu imar aflarının 11 tanesinin son 19 yılda AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) iktidarı döneminde yapıldığına dikkat çekerek iktidarı eleştirdi. Komisyon görüşmelerinde olası İstanbul depremi üzerinde çokça durulduğunu da aktaran Kenanoğlu, iktidarın depremlere karşı tedbirlere yatırım yapmak yerine Kanal İstanbul gibi projelere yatırım yaptığını vurguladı. Kenanoğlu konuşmasının son bölümünde ise ‘99 Marmara Depremi sonrasında 21 yıldır toplanan deprem vergilerinin akıbeti sordu.

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.


 

Dönem: 27 Yasama Yılı: 5 Tarih: 5.10.2021 Birleşim: 2 Ham Tutanak Sayfası: 255

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

 

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi için Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine HDP Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

10 Kasım 2020 tarihinde göreve başladık ve kamuoyunda Deprem Araştırma Komisyonu olarak geçen bu Komisyon 18 toplantı ve dört ay içerisinde çalışmalarını tamamlayarak 467 sayfalık bir rapor ortaya koydu.

Öncelikle, Komisyonda görev alan Başkan ve bütün üyelerine ve bu çalışmalar esnasında bize sunum yapanlara, bize teknik anlamda emek veren, katkı sunan, orada çalışmalarımıza yardımcı olan bütün arkadaşlara, çalışma arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz çünkü önemli bir çalışmaydı. Herkes özverili bir şekilde iyi bir rapor çıkması için mücadele etti. Netice itibarıyla deprem hepimizin yarası, hepimizi, bu topraklarda, bu coğrafyada, bu dünyada yaşayan herkesi, bütün canlıları vuran bir doğa olayı.

Şimdi, buradan kaynaklı olarak bütün Komisyon üyeleri de bu anlamıyla özveriyle çalışıp iyi bir sonuç çıkması için uğraş verdiler. Bu anlamıyla bizim burada yapacağımız eleştiriler, söyleyeceğimiz sözler, komisyon ve komisyon çalışmalarından çıkan rapordan öte, bu raporlarla ilgili olarak hükûmetedir. Bu raporların sonuçlarını uygulamış ya da uygulamak durumunda olan iktidara karşı uyarılarımızı ve eleştirilerimizi ifade edeceğiz.

Şimdi, deprem yaşamımızın bir gerçeği yani dünyanın bir gerçeği. Dünya çekirdeği, yer kabuğunun altı soğuyana kadar da bu depremler sürecek, bunu biliyoruz. Şimdi, önceden şöyle bir şey vardı “Deprem öldürmez bina öldürür” sözü vardı artık bu söz de değişti. Ya, bina da öldürmüyor çünkü birçok bölgelerde, ülkelerde artık binaların öldürmediğini aslında o binaların nereye yapıldığı, hangi şekilde inşa edildiği bütün bunların öldürdüğünü gördük. Bu da insanların kendilerinin oluşturduğu bir durumdur yani kapitalist yaklaşım, rantçı yaklaşım, denetimsizlik gibi bir sürü sebebin etkin olduğunu bu konuda görüyoruz.

Şimdi, şu haritayı hepimiz biliriz, bu, Türkiye’nin depremle karşı karşıya kaldığı gerçeği olan haritadır. Baktığınız zaman Türkiye coğrafyasının yüzde 66’sı, yaşam alanlarının, insanların yaşadığı alanların da yüzde 71’i deprem riski altındadır yani Türkiye böyle bir kırmızı harita içerisinde deprem riskiyle karşı karşıya olan bir ülkedir. Tabii, bu sadece bizim ülkemiz acısından mı böyle? Hayır, bütün dünyada, bütün bölgelerde çok daha fazla deprem riski altında olan ülkeler var. Şimdi, hani, bu depremler karşısında alınan tedbirlerin yaşama uygulanması, ülkeler bu konularda nasıl ders çıkarıyorlar. Bununla ilgili çok basit bir örnek: Örneğin 2020 yılında bütün dünyada yaşanan depremlerde 207 kişi yaşamını yitirmiş, bunlardan 168’i Türkiye’den yani 2020’de meydana gelen depremlerdeki ölümlerin büyük bir çoğunluğu Türkiye’den. Bunun dışında, aslında 168’in dışında kalan 2 tane ülke var, Meksika’da 10 kişi ölmüş ki orada 7,4 şiddetinde deprem olmuş. Türkiye’deki depremler 6,9 İzmir depremi, 6,7 Elâzığ depremi, 5,9 Bingöl depremi, bu üç deprem sonucunda ölümler var. Meksika’daki 10 kişinin öldüğü deprem 7,4. Yine bizim komşu ülke olan İran’da da 10 kişi yaşamını yitirmiş. Onun dışındakilerde birer, ikişer kişi şeklinde ölümler var ki depremlerin şiddeti oranları aslında Türkiye’deki depremlerden çok daha fazla. Dolayısıyla burada şunu görüyoruz: Aslında ülkeler yaşadıkları depremlerden bir sonuç çıkartmışlar, buna göre tedbirlerini almışlar ki bu konuda en büyük örnek Şili ve Arjantin’dir. Özellikle Şili’de çok ciddi depremler, büyük depremler ve büyük ölümler olurdu eskiden, artık Şili’de o sorunu çözmüş durumda. Ancak sorunu çözemeyen bir biz varız yani Türkiye var.

Deprem raporu hazırladık, çok güzel bir rapor, bizden önceden de hazırlanmış bu deprem raporu. 1962’de, 1966’da, 1976’da, 1977’de, 1978’de, en son 2010’da da deprem araştırma raporu hazırlanmış Meclis tarafından. Yani Mecliste komisyon kurulmuş ve bu araştırma raporları ortaya çıkmış. Şimdi, özellikle 17 Ağustos 1999 depreminden sonra toplumda oluşan etki nedeniyle bir bölümü medyaya da yansıyan bu raporların sonucunda farklı bir farkındalık oluşmuş şüphesiz. Ancak araştırma komisyonu raporlarına, önerilere baktığınız zaman, tartışılan konulara baktığınız zaman aslında şu anki -en son- bizim komisyondan farklı da değil. Örneğin şöyle, ki son komisyon raporu 2010 yılı: 2010 yılındaki araştırma raporunda yer alan 6 somut önerinin bizim raporda da olduğunu görüyoruz yani aynı somut öneriler devam ediyor. Bu ne demektir? Sonuçta 2010 yılında komisyon Mecliste kurulmuş, bir sonuç ortaya çıkarmış, Hükûmete, iktidara bir öneride bulunmuş. Bu öneriler yerine getirilmemiş ki yeniden biz aldık bunları şimdi öneri olarak sunuyoruz. Neler var örneğin işte: “Ulusal sismik ağ sistemlerinin gerçekleştirilmesi, diri fay veri tabanlı sistemin güncellenerek işler hâle getirilmesi, bütünleşik afet tehlike haritalarının oluşturulması, ihtisas mahkemelerinin -özellikle afet sonrası oluşan uyuşmazlıkların çözümü konusunda- oluşturulması…” “Bina ve bina dışı yapılarla ilgili olarak başlamış olan envanter çalışmalarına hız verilmeli ve yapı stokunun deprem riskine karşı konulması konusunda envantere dayalı değerlendirme yapılması sağlanmalı” diye önerilmiş. Mevcut yapıların güncelleştirilmesi meselesi de 2010 yılında Meclise sunulmuş öneriler. Şimdi, baktığınız zaman 2021 yılında da bizler bu önerileri tekrar ediyoruz, tekrar bunları söylüyoruz. Dolayısıyla bu konularda demek ki iktidar gerekli adımları atmamış, yeterli sonucu elde etmemiş ki aynı şeyleri tekrar önermek durumunda kalıyoruz.

Şimdi, tabii, bir taraftan da ranta dayalı bir sistemden bahsettik, bundan konuştuk. 1948’ten günümüze 23 kez imar affı yapılmış, 23 defa imar affı yapılmış yani yetmiş üç yılda 23 kez. Bunun 11’i AKP iktidarı döneminde olmuş yani elli dört yılda 12 kez, on dokuz yılda 11 kez imar affı yaşanmış. Bütün bunlara baktığınız zaman bu imar aflarının neye yol açtığının sonuçlarını hep birlikte biliyoruz aslında. Yani o raporlarda da, bizden önceki raporlarda da bu imar aflarının önüne geçilmesi gerektiği öneri olarak, uyarı olarak yapılıyor. En son çıkarılan imar barışında da belediyeler devre dışı bırakılarak bir yapı kayıt belgesi verilmiş. Aslında imar hakkı, ruhsat verilmesi, bütün bu işler belediyelerin yetkisinde ancak merkezî iktidar, yapı kayıt belgesi sistemiyle belediyeleri de saf dışı ederek kendisi bu işlemi yaptı. Birçok yerde de yine merkezî iktidarın imar planlarına ve imar mevzuatına müdahale ettiğini biliyoruz.

Şimdi, Türkiye bütün imar afları ve benzerleriyle de şöyle bir haritayla karşı karşıya kalıyor; şimdi, bu harita ne? Türkiye’de 18 il, 80 ilçe, 502 köyün altından aktif fay hattı geçiyor yani aktif fay hattının üzerinde kurulu 18 il, 80 ilçe, 502 de köy var. Bu iller Aksaray, Bolu, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Hatay, Hakkari, Muğla, Eskişehir, Kütahya, Bingöl; bunlara ilaveten 80 ilçe ve 502 köy. Şimdi, bütün bunlarda esasında yapılaşmanın tamamen yasaklanması, bunların üzerine bina inşa edilmemesi gerekirken bu aktif fay hattı olan illerde bütün bu imar afları da dâhil olmak üzere işlemler ve sistem sürdürülüyor. Tabii, bu konuyla ilgili Jeoloji Mühendisleri Odasının önerileri var, ikazları var, uyarıları var. Afet zararlarının esas alınacak şekilde 3194 sayılı imar, 4708 sayılı yapı denetim, 7269 sayılı afet, 2872 sayılı çevre ve 6306 sayılı afet riski altındaki alanlarının dönüştürülmesi hakkındaki kanuni düzenlemeler bütünlüklü olarak ele alınarak halkın afetlere karşı güvenli olmasını sağlayacak şekilde yeniden düzeltilmeli.

Aktif fay hatları veya zonlar üzerinde bina inşa edilmesi yasaklanmalı veya özel jeolojik araştırmalardan sonra bina inşa edilip edilmeyeceğine karar verilmeli. Aktif fay zonları üzerine inşa edilmiş bulunan binalar kentsel dönüşüme tabi tutularak vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği acilen sağlanmalıdır. Günümüzde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, AFAD Başkanlığı acil durum ve müdahale iş ve işlemlerini yürütür bir konuma sürüklenmiş durumdadır; deprem ve depremlerle mücadele kurum iş yükü arasında 2’nci hatta, 3’üncü plana itilmiş durumdadır.

Birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi, Deprem Dairesi Başkanlığı ülkemizin jeolojik araştırmalar kurumu niteliğinde olan MTA Genel Müdürlüğü bünyesine alınmalı, deprem araştırmaları ve alınacak önlemler bütünlüklü olarak koordine edilmelidir.

Depremlerle mücadele etme amacıyla başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere, tüm belediyelerde jeolojik, jeoteknik araştırma şube müdürlükleri ve daire başkanlıkları kurularak kentsel altyapı, üstyapı, afet duyarlı bir anlayışla etüt planlama, projelendirme, yapı üretim ve denetim süreçleri kontrol altına alınmalıdır ki bütün bu aktif fay hatları üzerindeki yapılar, binalar, şehirler, kentler güvenli bölge hâline dönüştürülsün. Maalesef biz de afet yani deprem öncesi değil, deprem esnasında herkes, devletimiz seferber oluyor. Herkes depremde afetzedelere koşuyor, “Enkaz altındakileri nasıl çıkarırız?” diye gidiyor. Tabii, bunlar kötü bir şey değil ama bir taraftan da bu işi bir şova dönüştürme durumu da söz konusu yani bunu en son depremlerde gördük. Şimdi, Bakan, telefonla enkaz altındaki vatandaşla konuşuyor, oradaki yetkili yani uzman toprak altındaki, göçük altındaki vatandaşla konuşurken telefonunu alıyor, kendisi konuşuyor, bir tanesi de canlı yayın yapıyor orada, anında. Şimdi, bu işler böyle, bu hareketlerle olmuyor, bu tür tavırlarla olmuyor yani “Deprem esnasında biz vatandaşımızın yardımına koştuk.”la olmuyor; depremden önce alınması gereken tedbirlerin alınması gerekiyor.

Şöyle tuhaf bir haber var, tabii, çok tartışıldı: Cumhurbaşkanı görsün diye bir saat enkaz altında bekletilen vatandaş haberi görgü tanıklarının kendi ifadeleriyle kamuoyuna yansıdı yani Cumhurbaşkanı gelecek diye bir saat enkazın altında tutulan bir insan… Hani böyle bir iddia var da tesadüf müydü bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı geldi, o anda kişi enkazdan kurtarıldı ve anında ona mı denk geldi yani orada mı oldu o iş o anda? Şüphesiz bu çok şüpheli bir durumdu ve bununla ilgili görgü tanıkları da daha sonra açıklama yaparak böyle olmadığını, bekletildiğini, sonra AFAD Müdürünün işaretiyle çıkarıldığını filan söylediler. Bütün bunları şunun için söylüyoruz: Bunlar, deprem esnasında yaralı vatandaşların, acılı vatandaşların yardımına koşmak önemli ama bütün mesele, bizim duygu bütünlüğümüzü, duygu yükümüzü, yardımseverliğimizi göstermenin yolu bu değil ki; bunu göstermenin yolu deprem öncesinde bu tür tedbirlerin alınmasına yönelik çalışmalar yürütmektir.

Şimdi, diğer taraftan İstanbul depremi en çok konuşulan konuydu Deprem Komisyonunda ve şöyle bir gerçek var: İstanbul depremi herkesin beklediği, bütün gelen, sunum yapan insanların üzerinde durduğu bir deprem.

Şimdi, İstanbul’daki deprem senaryosu şu: 200 bin bina, 3 milyon insan etkilenecek, 3 milyon insan İstanbul depreminden etkilenecek. Tabii, bunun içerisinde 100 bin insanın yaşamını yitireceği öngörülüyor yani böyle bir tahmin var, 100 bin insanın yaşamını yitireceği. 3 milyon insanın etkilenmesi ne demektir? Yani, 3 milyon insanın yaşadığı ev, mahalle, bölge hasar görecek.

Burada, İstanbul’daki vatandaşların nasıl tahliye edileceği biraz önce de konuşuldu; deniz yoluyla, hava yoluyla, kara yoluyla, işte, demir yoluyla filan… Nereyi, nasıl tahliye edeceksin? Kimi, nereye götürebileceksin? Yani, insanlar kapılarından dışarı çıkabilecekler mi, çıktıkları kapıdan sokaklarının başına kadar gidebilecekler mi, bunu bilmiyoruz yani. Böyle bir durum İstanbul açısından bir felaket senaryosu olarak karşımızda duruyor. Bütün bunlara karşı yapılması gereken, Kanal İstanbul değil; bütün bunlara karşı yapılması gereken, yeni bir İstanbul oluşturmak değil; bütün bunların karşısında yapılması gereken, İstanbul’u kentsel dönüşüme sokacak bütçeyi oraya aktarmaktır. Yani Kanal İstanbul’la ve yeni bir İstanbul yaratmakla övüneceğimize mevcut İstanbul’u kurtarmanın yol ve yöntemlerini aramamız ve kaynakları oraya aktarmamız gerekiyor.

Şimdi, yine, sunumlarda ilginç bir şey vardı İstanbul’la ilgili. Arkadaşlar, İstanbul’un birçok bölgesinde, birçok ilçesinde toplanma alanı olarak sadece mezarlıklar var, toplanma alanı olarak sadece mezarlıklar. Yani, deprem olduktan sonra, sağsanız da ölüyseniz de gideceğiniz yer belli yani oraya gidecekseniz, mezarlığa gideceğiz, ya diri ya ölü orada duracağız çünkü başka alan kalmamış yani toplanma alanı yok. Barınma alanı neresi? Birçok ilçe açısından barınma alanı da sadece AVM’ler kalmış. Ya, bu tablo bile aslında bütün bir iktidarın bakış açısını ortaya koyuyor. Yirmi yıldır, yirmi beş yıldır bir iktidar yönetiyor burayı. Yani, toplanma alanı mezarlıklar, barınma alanı da AVM’ler olmuş yani başka yer kalmamış İstanbul’da, böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Şimdi, arkadaşlar, bir diğer konu önemli, İzmir depreminde de biz bunu gördük: Depremlerde etkilenen insanlar ciddi ölçüde ekonomik zorluk yaşayan insanlar ve büyük oranda da kiracılar. Şimdi, şunun için dikkat çekmek istiyorum buraya: Bir hasar sistemi var, hasar tespit sistemi; deniyor ki hafif hasarlı, orta hasarlı ve ağır hasarlı. Şimdi, hafif hasarlı binada, tamam, oturabilirsiniz, zaten çok hafif bir şekilde etkilenmiş, sıkıntı yok. Ağır hasarlı, zaten yıkılacak ya da yıkılmıştır, bir tarafı gitmiş, artık kullanılması mümkün değil. Burada sorun orta hasarda yani “Orta hasar” tabirinin tümden tanımdan çıkarılması gerekiyor çünkü “Orta hasarlı” dediğiniz şeyde sizin içine girip oturamayacağınız bir evden bahsediyoruz. Belli, göz görmüş bir şekilde yarık var ya da bir hasar var ancak yıkılmamış; şimdi, buna “Orta hasar” diyor. Peki, rantçı mülk sahipleri ne yapıyor bu konuda? Orta hasarlı binaları alıyorlar, boyuyorlar, cilalıyor, işte, ona bir süsleme yapıyorlar ya da tamir, bakım yapıyorlar falan; ondan sonra burada oturmuyorlar, kendileri orayı terk ediyorlar; burayı kiraya veriyorlar ve İzmir depreminde de gördük ki en çok kiracılar yaşamını yitirmiş. Yani kendisini kurtarıyor, bakıyor ki burada oturulmaz, burası riskli; binayı güzelleştiriyor, süslüyor, boyuyor ve kiraya veriyor. Şimdi, buna karşı önlem nedir? Bir kere, orta hasarın ortadan kaldırılması gerekiyor ki orta hasar sadece bu açıdan değil, başka açılardan da sıkıntılı bir tanım.

Diğer taraftan mutlaka -tabii, sunumlarda vardı- bir de bu orta hasar tespitini yaparken zemine hiç bakmıyor. Örneğin, bizzat orada AFAD yetkililerine sormuştum: Ya, siz bu tespiti yaparken, orta hasar tespiti derken buranın zeminine baktınız mı yani zemin uygun mu, değil mi, hani orta hasar tespiti ya da tanımı içerisinde zemin yapısı var mı diye. “Yok.” dediler. Yani zemine bakılmadan “Bu orta hasarlı.” deniliyor yani en ufak bir sallantıda o orta hasar gitti zaten. “Mezar ev” hâline düşüyor. Komisyonda arkadaşların sıklıkla kullandığı bir tabir vardı “tabut evler” diye, ürperdim yani böyle. Hakikaten bir çoğumuzun yaşadığı evler bu anlamıyla tabut evler yani, orta hasarlı evlerin tamamı tabut ev durumunda; en ufak bir sallantıda yerle bir olacak evlerdir. Bu “orta hasar” kavramının kesinlikle ortadan kaldırılması gerekir ve bu kiracıları korumak açısından da birtakım tedbirlerin oluşturulması gerekiyor. Bina kimlik sistemi bunlardan birisi olacaktır yani bu, uygulamaya sokulduğu anda -ki “Sokulacak.” denildi- binaların girişine mutlaka o binayla ilgili bilgilerin çakılması lazım, bir levha çakılması lazım; o binanın durumunu, yapımını ve benzeri her şeyini ve bir taraftan da bunların tapu kaydına işlenmesi gerekiyor ki hakikaten insanlar nasıl bir yerde oturacağını bilmeleri açısından.

Şimdi, bütün bunları konuşurken, kaynakları konuşurken deprem vergilerini konuşmadan olmaz tabii ki. 1999 depreminden sonra hayatımıza giren bir özel iletişim vergisi var, buna kamuoyunda deprem vergisi deniliyor ve yirmi bir yıldır bu vergiler ödeniyor. Şimdi, bu vergilerin ne olduğu yani nelerin içinde var bu vergiler? Yani vatandaş yirmi bir yıldır cep telefonu, internet, bankacılık işlemleri, spor toto, millî piyango, uçak biletleri, gümrük ve pasaport işlemleri gibi birçok konuda deprem vergisi ödüyoruz. Ödenen bu deprem vergilerinin rakamları telaffuz ediliyor; 70,8 milyar lira o günden bugüne toplamda ödenen, işte dolar bazına vurduğunuz zaman başka bir rakam çıkıyor, Cumhurbaşkanı bunun güncellendiği hâliyle 147 milyar lira olduğunu söylüyor, böyle bir rakam var. Peki, bu rakam depremle ilgili kullanılmış mı? Yani ne için istenmiş? O zaman bu, depremle ilgili çıkarılmış ama bu para hiçbir şekilde depremle ilgili kullanılmamış. Şimdi, iktidar kanadından yapılan açıklamalarda deniliyor ki: “Ya zaten biz bu parayı alıyoruz, işte yollarda ve benzeri şeylerde kullanıyoruz. Dolaylısıyla da bu da bu amaca hizmet ediyor.” Ama sen bunu zaten genel bütçeden harcarken onlar için ayrıyeten bütçe istiyorsun ve bütçesini alıyorsun ama bu deprem vergisinin ayrı olarak tutulması gerekiyor ve bu tür ihtiyaçlarda kullanılması gerekiyor. İşte, kentsel dönüşümde para ihtiyacı var, işte burada kullanman gereken bir paradır bu. Dolayısıyla, bütün bunların yapılmayıp sadece “Ya zaten biz bunu bütçeyi koyup oradan da harcıyoruz.” demek de olmaz, kimse babasının parasını harcamıyor. Bu para hepimiz açısından, bütün vatandaşların ödediği vergilerle oluşturulmuş bir paradır ve dolayısıyla denetim mekanizması içerisinde hesabının da verilmesi gerekir. İşte, yeni bütçe oluşturulacak bunlarla ilgili diye öneriler de var, yani öneri olarak sunuluyor. Bütün bunların da aynı deprem vergileri gibi bir akıbete uğraması hepimizi endişelendiriyor çünkü bir denetim mekanizması ve onu koruyucu bir yasa koymadığınız takdirde aynı akıbetle karşı karşıya kalabiliriz.

Tabii, bu deprem vergileri ciddi bir şekilde faturaları artırıyor, bir de o var yani. 4 kişilik bir ailenin faturası yüzde 10’a çıkarıldı, bir de bu sene 2021’de yüzde 7’den yüzde 10’a çıkarıldı, bu özel iletişim vergileri ve dolayısıyla hane halkının kullandığı iletişim giderleri yüklü miktarda da arttı ve buradan toplanan paralar da yine genel bütçeye aktarılıp oradan harcanarak gidiyor.

Şimdi, Sayın vekiller, bu sunumlarda tabii, şunu gördük: 37 kurumu ayrı yapılanma içerisinde sunumlarını yaptı ve bunların bir koordinasyon içerisinde olmadığını çok net gördük, bu öneriliyor zaten hani bunların mutlaka bütün kurumların bir koordinasyon içerisinde çalışması ve deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrasında da bir koordinasyon hâlinde de bu işi yürütmesi gerekiyor. Meslek odalarının mutlaka bu süreçte etkin rol oynaması gerekiyor. Müteahhitlik yetkisi de ilginç bizde. Tabii, parası olan müteahhitlik yapıyor. Yani, bunun da bir uygulamaya, bir denetime, bir uzmanlığa tabi tutulması gerekiyor çünkü şeyi de çok görüyoruz yani en çok toplumun vicdanını kurtarmaya çalışılan noktalardan bir tanesi yaşanılan her depremden sonra 2-3 tane müteahhidi yargılamak, işte hapse atmak, onun üzerinden de hesap soruluyor görüntüsü vermek yani. Sanki bütün o yıkımı 2-3 müteahhit yaptı, bütün sorumluluk onda. O müteahhidin yaptığı binaya ruhsatı kim verdi, kullanma iznini kim verdi? Kullanma izni yoksa buna niye müsaade ediliyor, kim denetliyor? Bütün bunlara bakılıyor mu? Yok. Sadece o işi yapan müteahhit hapse atılıyor, birkaç tane müteahhit o da hepsi değil, onlarda belli bir süre sonra zaten bir şekilde çıkıyorlar ya da çıkarılıyorlar. Sonuçta herkesin yaptığı yanına kâr kalıyor. Vatandaş hem malını hem canını bütün yaşamını kaybetmiş oluyor. Dolayısıyla, bütün bunlara artık bir son verilmesi gerekiyor. Bu anlamıyla hazırlanan bu rapor önemli arkadaşlar, bu raporun dikkate alınması, iktidar tarafından, hükûmetler tarafından, mevcut Hükûmet ve bundan sonra gelecek olan hükûmetler tarafından da bu raporların uygulanması ve önerilerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, bugüne kadarki raporlarda olduğu gibi onlar da Meclisin tozlu raflarında yerini alır. Artık raflara konuyor mu, bilmiyoruz, dijital ortamlarda saklanıyor galiba; işte, dijital ortamlarda durur, sadece tarihe bir not düşmekten ibaret olur. Bunların sonuçları uygulanmadığı takdirde de vatandaş açısından hiçbir avantajı ya da faydası olmaz.

Bütün bunların dikkate alınmasını umut ederek bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum ve bütün çalışma arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum, tekrar sağ olun. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)


akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu