Konuşmalar

TİM yasa teklifine dair konuşan Kenanoğlu: Kayyum sisteminin başka bir versiyonu karşımıza çıkacak!

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ve ihracatçı birliklerini baskı altına alıp etkisizleştirecek kanun teklifi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda konuştu. Kanun teklifinin TİM’e kayyum sisteminin başka bir versiyonunu getireceğini belirten Kenanoğlu, ihracatçı sorunlarının en başında ekonomide yaşanan istikrarsızlık geldiğini ifade etti. İhracat verilerindeki önemli kalemlerden olan ucuz iş gücü sorununa dikkat çeken Kenanoğlu, siyasi iktidarın göçmenlerin sömürülmesine göz yumduğunu söyledi. 

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.


Dönem: 27 Yasama Yılı: 5 Tarih: 31.05.2022 Birleşim: 96 Ham Tutanak Sayfası: 166

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Evet, arkadaşlar, şimdi, kanunla ilgili bölüme geçiyorum: Kanun, Türkiye İhracatçılar Meclisiyle ilgili çeşitli teknik düzenlemeleri içeriyor, 11 maddeden ibaret ve 5 değişik kanun söz konusu orada.

Şimdi, bu kanunda dikkat çeken -tabii bizim de itiraz ettiğimiz- 2 madde var teknik düzenlemeler dışında: Bir tanesi, “Türkiye İhracatçılar Meclisi yönetimi otuz gün içerisinde genel sekreter ve genel sekreter yardımcısı belirlemez ise, atamaz ise bunların yerine Bakanlık atamada bulunacak.” diyor.

Tabii, biz bunu kanun görüşmeleri esnasında Komisyonda sorduk TİM Başkanına, dedik ki: Ya, siz otuz gün içerisinde niye atamıyorsunuz, neyi bekliyorsunuz? Neden yetkinizi Bakanlığa devrediyorsunuz? Amacınız ne? Cevap veremedi. Dedi ki: “Pandemi vardı, şuydu, buydu… Oradan dolayı birtakım aksamalar oldu.” E, tamam, pandemi filan da bitti, bak maskeleri çıkardık hepimiz. Artık pandemi falan da yok deniliyor, her şey normale döndü deniliyor, öyleyse bu yetki şimdi niye alınıyor? Şimdi, burada ilginç bir durum var. Bakanlık, TİM yani Türkiye İhracatçılar Meclisine genel sekreter, genel sekreter yardımcıları atayacak, belirleyecek ve bunun üzerinden orayı kontrol etme, bir kayyum sisteminin başka bir versiyonu olarak karşımıza çıkacak. Bütün bunların bu amaçlar içerisinde yapılmış olduğunu görmemiz gerekiyor.

Bir diğer madde de firmaların fuar içi alanlardaki reklam yerlerinden muaf tutulması. Yani şimdi, iktidar belediyeleri elinden kaybedince, özellikle büyükşehir belediyelerini elinden kaybedince doğal olarak belediyelerin gelirlerine ve belediyelerin faaliyet alanlarına yönelik düzenlemeler yapmaya başladı. Onları daraltan, onların birtakım yetkilerini elinden alan, birtakım gelirlerini elinden alan düzenlemeler yapmaya başladı. Bunlardan bir tanesi de fuar içi alanlardaki reklam gelirleri. Tabii, 300 bin, 400 bin, 500 bin kişinin katıldığı fuarlar oluyor, özellikle İstanbul’daki fuarlar için; Beylikdüzü ve Bakırköy sınırları içerisindeki fuarlar. Bu 2 belediye de iktidarın elinde değil dolayısıyla buradaki gelirlerin olmaması için, muaf olması için de bu yasa teklifine madde konuyor. Tabii, belediyeler orada birçok hizmet veriyor ama bütün bu hizmetler karşısında bizim ihracatçılara “Aman onlar para ödemesin, onlar vergi ödemesin.” derdiyle, tasasıyla tasalanmış bir iktidarımız var. Belediyenin orada vermiş olduğu hizmetler umurunda olmayan, o hizmetlerin karşılığı olmaması gerektiğini de düşünen bir iktidarla karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, tabii ki ihracatın ve ihracatçıların sorunları var. Bunların çözüme kavuşturulması gerekiyor. İhracatçıların sorununa baktığınız zaman en başta ekonomik dalgalanmalardır yani rakamlardaki, enflasyondaki dalgalanmalar, kurdaki dalgalanmalar yani ihracatçılar önünü göremiyorlar. Dolayısıyla önünü göremediği için maliyet analizi yapamıyorlar, fiyatlarını belirlemede sıkıntı çekiyorlar ve buradan kaynaklı olarak birçok sorun ve sıkıntı yaşıyorlar. İşin özüne, esasına baktığınız zaman enflasyondaki yaşanan sorunlar, ekonomideki yaşanan sorunlar ve kur farkındaki dalgalanmalar ihracatçılar açısından ciddi sorunlar oluşturuyor.

Bir taraftan da ihracatın ithalata bağlılığı var; üretimde düşüklülük, ham maddedeki üretim eksiklikleri ve çeşitli nedenlerden kaynaklı olarak birçok ham madde ithalatı yapılmak zorunda kalınıyor.

Diğer taraftan da katma değeri yüksek ürün ihraç etme sorunu var. Şimdi, bir defa şöyle bir şey var: “İhtisaslaşmış ürün” dediğimiz, esasında, ihracatta en çok gelir getiren ülkelerin ihtisaslaştıkları ürünler vardır ve ihracat bunlar üzerinden yapılır ise ülkeler daha çok gelir kazanımına yol açarlar.

Şimdi, değerli arkadaşlar, “İhracat artıyor.” deniliyor bir taraftan da “İhracat artıyor.” deniliyor. İşte, bizim burada altını çizmek istediğimiz husus şu: İhracat artarken bir; neler artıyor, hangi rakamlarda artıyor, hangi maddelerde, hangi kalemlerde artıyor? Bütün bunlara baktığınız zaman bir tarafta şunu görüyorsunuz: Madenler yani dağımızı, taşımızı, doğamızı talan ederek çıkartılan madenler ham madde olarak satılıyor yani bunlar işlenmeden, bunlar teknolojik birtakım işlemlere tabi tutulmadan ham madde olarak çıkartıldığı gibi satılıyor ve bir taraftan ülkenin aslında gelecek kuşaklarının kullanacağı kaynaklar ortadan kaldırılmış oluyor. Bir taraftan da bunların işlenmesi sonucu oluşan ürünleri daha fazla fiyatlarla biz ithal etmek durumunda kalıyoruz. Bu anlamıyla ihtisaslaşmış ürün dediğimiz, belli bir konuda uzmanlaşmış ürün üzerinden ihracat yapılması gerçeği karşımızda duruyor.

Diğer taraftan ihracat anlatılırken -hani ihracat artıyor- peki ithalat ne oluyor, ithalat artmıyor mu? O da artıyor. Hep ihracat övünerek anlatılıyor. İhracatın örneğin Nisan 2022 verilerine göre bir yıllık artış oranı yüzde 24,6 -bunlar çok ciddi bir övünç kaynağı olarak sunuluyor, eyvallah- peki ithalatta ne olmuş? İthalattaki artış yüzde 34,9 gerçekleşmiş.

Şimdi, bu anlamıyla diğer taraftan artan ihracatın vatandaşa bir faydası var mı? Yani şu anlamıyla söylüyorum, bir ekonominin gelişip ihracatı artıyorsa ülkedeki ekonomik yani ticari hayat artıyorsa gelir artıyorsa bunun vatandaşlara da eşit şekilde yansıması lazım. Ama vatandaşa bakıyoruz, vatandaş ekonomik sıkıntı içerisinde, ekonomik darboğaz içerisinde dert yanıyor. Öyleyse peki bu nasıl oluyor? Yani demek ki gelirler tabana yayılmıyor. Gelirler belli gruplar içerisinde belli bir sermaye grubu içerisinde tutuluyor ve bütün bunların üzerinden bir ihracat ya da hamle yapılıyor, vatandaşa yansımıyor. Yani bunun vatandaşa yansımama noktasındaki sorunların ele alınması gerekiyor.

Şunu da söylüyoruz. Tabii, yüksek teknolojili ürünlerin üretimine geçilmesi gerekiyor ancak bizde bunun tam tersi oluyor. Örneğin Enerji Bakanı Fatih Dönmez şöyle söylüyor: “Cumhuriyet tarihinde rekor kırarak 5 milyar 930 milyon dolarlık maden ihracatı yaptık.” Yani maden ihracatı esasında, bizim övünmemiz gereken değil üzülmemiz gereken bir ihracattır çünkü o madenlerden çıkan o ürünlerin işlenmesi, daha kaliteli, gelir getirici ürün hâline getirilip öyle ihraç edilmesi gerekirken o madenleri sattığımızdan dolayı övünüyoruz. O madenleri çıkartırken de doğamızı, ormanlarımızı, sularımızı, bütünüyle yaşam alanımızı ve ülkemizin geleceğini de ortadan kaldırmış oluyoruz; bunları da görmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, “İhracat politikalarında durum ne?” diye baktığımız zaman, son açıklanan dış ticaret verilerine göre Nisan 2022’de dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 98 artışla 6,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Ocak-Nisan 2022 döneminde dış ticaret açığı 32,5 milyar dolara çıkmıştır. Yani TL’ye değer kaybettirip cari açığı azaltma ve ardından da enflasyonu düşürme denklemi çalışmamış, aksine her ikisinde de tarihî rekorlar kırılmıştır. Üretimde ithalat girdisinin payı çok yüksek olduğu için ülke para birimi değer kaybı kaybettikçe biz de şiddetli enflasyonla karşı karşıya kalmaktayız. Yani “Önce enflasyon yükselsin sonra düşürürüz.” anlayışının bugün hâlihazırda refah kaybıyla sonuçlandığı gözükmektedir. Oysa geçen yıl siyasi iktidar, temelini cari fazlanın oluşturacağı yeni bir ekonomik modeli hayata geçirmeye başladıklarını açıklamıştı. Gelinen noktada hedeflenenden uzak bir sonuç ortaya çıktığı gözükmektedir. Türkiye’nin ekonomik tablosuna baktığımızda Türkiye’nin en büyük krizinin ardından 2003 yılında enflasyon yüzde 29,5, dolar kuru 1,64 lira iken o dönem iktidara gelen AKP bugün makyajlı sunumlarına rağmen enflasyon TÜİK rakamlarına göre yüzde 70, dolar ise 16,50 liraya çıkarılmıştır. Türkiye’nin ekonomik tablosu son yılların en büyük kriziyle yaşadığımız gerçeği resmî rakamlarla bile göz ardı edilemeyecek durumdadır.

Üretici fiyatlarındaki artış ise mart 1995’ten bu yana görülen en yüksek artış oranıyla karşı karşıyadır yani bazı rakamların -özellikle gıda sektöründe çok ciddi artışlar olduğunu görüyoruz- yüzde 156’lara kadar çıktığını da görmekteyiz. Yani Sayın Cumhurbaşkanı da “Aç yok, kimse aç değil.” filan diyor. En yüksek artışı gıda ürünlerinin aldığını bilmemiz lazım yani insanların temel tüketim maddeleri enflasyon karşısında yenik düşüyor ve ciddi bir şekilde fiyat artışlarından kaynaklı olarak insanlar temel gıdaya ulaşımda sorun yaşıyorlar. Hani, “kıtlık” dediğimiz şey, “açlık” dediğimiz şey malın, ürünün bulunamaması değil ki. Gidip alamıyorsanız ve siz orada o gıdaya ulaşamamış sayılırsınız yani onun markette duruyor olması, o ürünün bolluğunun olması vatandaş alamadıktan sonra neye yarıyor ki, kime faydası var ki vatandaşa faydası olmayınca? Dolayısıyla bu açlığı da beraberinde getirmiş oluyor.

Krizden çıkmak için ne yapılmalı? Krizden çıkış bu iktidarın gitmesiyle korkunç israfın önüne geçilmesi, üretimin, tarım ve hayvancılığın desteklenmesi, dışa bağımlılığın azaltılması, faiz-enflasyon döngüsünün realize edilmesi, ülkede var olan antidemokratik uygulamaların son bulmasıyla mümkün olabilecektir arkadaşlar.

Türkiye tarihinin en borçlu dönemlerini yaşıyor. Dış borç stoku 401 milyar dolara ulaşmış durumda. 25,5 milyon kişi 6 bin lirayı aşan açlık sınırının altında yaşıyor durumda. 51 milyon vatandaş ise 19 bin liranın üzerine çıkan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Geniş tanımlı işsiz sayısı ise 8 milyonu geçmiş durumdadır. Tabii, bir taraftan da ülkeyi terk eden beyin göçünden bahsediyoruz ya esasında ihracatta teknolojik ürünlerin ihracattaki en çok kazandıran en verimli ihracat ürünleri olduğunu biliyoruz. Peki, teknolojik ürünleri nasıl oluşturacağız? Yani üniversiteler özerk olmadan, bilim yuvaları hâline dönüşmeden buralarda bilim insanları yetiştiremediği takdirde buralarda, bu alanda nasıl bir gelişme olacak? Diğer taraftan da liyakatin değil, sadakatin esas alındığı bir noktada gençler ne kadar bilimsel bir bakış açısı içerisinde olursa olsun o okulları, üniversiteleri bitirirse bitirsinler iş bulamayacakları korkusunu yaşadıkları bir ülkede nasıl kalsınlar? Tabii ki kalmıyorlar ve beyin göçü dediğimiz göçleri yaşıyorlar. Bu kürsüden söylemiştim bütçe görüşmelerinde ağır pandemi koşullarında pandemiyle ilgili olarak bulunan aşıların neredeyse tamamı Türkiye’den yurt dışına gitmek zorunda kalan ailelerin kurduğu şirketlerden oluşuyordu; kimi Ermeni meselesinden dolayı, kimi Alevi meselesinden dolayı, kimi Kürt meselesinden dolayı yaşanılan bir ton sorun, sıkıntılardan dolayı bu ülkeyi terk etmek zorunda kalan aileler gittiler yurt dışlarında işte onlar o şirketleri kurdular ve insanlığa faydası olan ve dünyada en çok ticaret hacmine ulaşan ürünleri oluşturdular.

Şimdi, diğer taraftan arkadaşlar, ihracat kalemlerinde önemli bir durum da yani iktidarın açıklamış olduğu ihracat politikasındaki en önemli verilerden birisi de ucuz iş gücü, ucuz iş gücüne dayalı ekonomik sistem, hani Avrupa’nın Çin’i olmak meselesi var ya. Peki, bu ucuz iş gücünü ne oluşturuyor? Ucuz iş gücünü sığınmacı politikası yani Suriyeliler, Afganlar, işte, Orta Asya ülkesinden gelenler, çeşitli sebeplerle bu ülkeye gelen insanları ucuz iş gücü olarak tutuyorlar. Bir taraftan Batı’ya karşı “Açarız kapıları ha!” diyerek tehdit, diğer taraftan da ekonominin ayakta durması için sefil bir vaziyette çalıştırılmaya mahkûm ediyorlar. Zaten bu konuda itiraflar var, hani bu itiraflara şöyle bir bakalım: AKP’li Mehmet Özhaseki diyor ki: “Bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Boşuna popülizm yapmayın, gönderemezsiniz.” Kim için söylüyor bunu? Suriyeliler için söylüyor ve devam ediyor: “Gaziantep sanayisine giden yüz binlerce insan en ağır ve en zor işlerde Suriyelilerin çalıştığını görürler, bilirler.” diyor. Şimdi, dolayısıyla sizin esasında sığınmacı politikanız bunlardan oluşuyor.

Şimdi, aynı şekilde Yasin Aktay söylüyor, diyor ki: “Suriyeliler bir gitsin, ülkenin ekonomisi çöker.” Yani bunu da yine AKP’li birisi söylüyor, “Ülkenin ekonomisi çöker.” Niye “Çöker.” diyor? Tabii, çok basit bir şekilde bu insanları asgari ücretin dörtte 1’i ücretine çalıştırıyorsunuz.

En sonunda, bir pudra şekeri bakanınız var, hani bu suç işleri bakanınız, o da şöyle diyor: “Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma, bir milyon insan gidecek, kim isyan edecek, biliyor musunuz? Önce o iş sahipleri.” Şimdi, sen Bakansın ya! Yani sigortasız çalıştıklarını söylüyorsun, itiraf ediyorsun, diyorsun ki: “Sömür onları” bunu söylüyorsun; sanki bunu sarı çizmeli Mehmet Ağa söylüyor yani bunu söyleyen adam kendisini İçişleri Bakanı zannediyor, sen utanmıyor musun bunları söylemeye. Yani ülkende bu kadar kara durum var, bu kadar rezalet durum var; utanman gerekirken, bu rezaleti söylüyorsun, anlatıyorsun. Şimdi, durum bu yani sığınmacılar, Suriyeliler üzerinden yürütülen politikalara baktığınız zaman bütünüyle bunların fabrikalarda, atölyelerde bu şekilde kullanıldığını görüyorsunuz.

Şimdi, şu fotoğraf, bu fotoğrafa baktığınız zaman -yani muhalefet milletvekilleri geziyorlar, biliyorum, iktidar vekillerini bilmiyorum- atölyelere gittiğiniz zaman, fabrikalara gittiğiniz zaman bunun, bu fotoğrafların daha beterlerini görüyorsunuz; şu fotoğraflar, bunlar “sığınmacı” dediğiniz çocuklar, bu çocuklar çalışıyorlar bu şartlarda.

Şimdi, şöyle bir şey var; sığınmacı politikası, Suriyeliler politikası, göçmenler politikası, bir bütün olarak sorunlu ama iktidar bunu bu şekilde kullanıyor işte, bir taraftan sömürüyor, sömürülmesine müsaade ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ KENANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) – Bazen şöyle haberler duyuyoruz diyor ki: “Otobüste işte, 30 tane kaçak göçmen yakalandı.” Ya sanki kaçak göçmen yok hiçbir tarafta o otobüste yakalanmış, otobüsün birinde yakalanmış. Ya, gidin bu atölyelere, gidin bu fabrikalara hep orada çalışıyor bu insanlar. Sömürüyorlar ya, Bakan kendisi itiraf ediyor, sömürülüyorlar. Ve ondan sonra da Suriyelilerin, Afganların, sığınmacıların işledikleri suçlar, bütün basına, bütün medyaya servis ediliyor ama bunlara yönelik işlenen suçların hiçbiri konuşulmuyor. Dün gece Esenyurt’ta benzer bir vaka meydana gelmiş takip edebildiğimiz kadarıyla ve bu politikalar yani sığınmacılara yönelik bu politikalar, Türkiye’de başka bir saldırı, başka bir ırkçılığın önünü açacaktır, tetikleyecektir. Bu politikalardan vazgeçin; sığınmacıları sömürmekten, onları kullanmaktan vazgeçin; onların da insan olduğunu unutmayın.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu