Milletvekillerini Hiçleştirmek Bir Hitler Yöntemidir
Yasama, yargı ve yürütme demokrasinin temel unsurları arasında yer almaktadır. Bu üç organdan birisi olmadığı ya da bağımsızlığını kaybettiği zaman, biri diğerinin tahakkümü, kontrolü altına girdiği zaman demokrasiden bahsedilemez.
Yasama organı olan TBMM’nin üyesi milletvekilleriyle ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinden bu tarafa bir “hiçleştirme” siyaseti uygulanmaktadır.
Ülkemizde milletvekilleriyle ilgili çok sayıda hiciv yapıldığını, mizah konusu olduğunu ve bu tür türküler dahi söylendiğini bilirim. Bunlar da zaten demokrasinin bir gereğidir.
Ama gelinen aşamada yapılan hiçleştirme bir mizah değil, tam tersine “işe yaramaz, gereksiz, olsa da olur olmasa da” hatta “ülkeye yükler” söylemleri üzerine oturmaktadır.
Milletvekili seçildiğimde, vekillere ne kadar da abartılı bir ayrıcalığın tanındığını ben de şaşkınlık içerisinde görmüş ve yaşamıştım.
Özellikle bizim yani HDP milletvekillerinin asla uygulamadığı kimi abartıları ve milletvekillerinin bu abartıdan nasıl zevk aldıklarını gülerek izlemeye halen de devam ediyoruz. Havalimanından iner inmez vekilin elindeki çantayı almak için neredeyse uçağın merdivenlerine kadar koşan danışmanlar ve bunun yapılmasından zevk alan vekillere gülmeye devam ediyoruz. Bırakın dışarda dolaşmayı, meclis genel kurul salonuna bile etrafına danışmanları alarak yürüyen vekilleri halen de garipsiyorum. VIP uygulamasından tutun da, hastaneler, trafikteki ayrıcalıklar (İstanbul trafiğinde çok işime yaradığını itiraf etmeliyim J) , bir yere gittiğinizde illa ki milletvekili olduğunuzu hatırlatan yardımcılar belki de Türkiye’ye özgü vekillerin tuhaflıkları olarak sürdürülmektedir.
Çorum’da kendime ait bir afişten fotokopi çektirmeye gittiğimde, afişten kaynaklı olarak milletvekili olduğumu öğrenen esnafın hayretler içerisinde kalıp “sen mi böylesin yoksa bütün HDP’li vekiller mi?” diye sormasını gerektiren durum, hiç unutamadığım anekdotlardan biridir.
MHP’li olduğunu söyleyen Çorum’lu esnaf, hayret bakışları içerisinde; “bizim vekiller olsa zaten fotokopi çektirmeye gelmez gelmesine de, gelmesi gereken bir sokağa da en az 30 kişiyle cümbür cemaat girerdi” demekten kendini alamamıştı.
Evet, biz HDP’li vekiller hepimiz böyleyiz. Biz bir toplumsal mücadeleden yoğrularak gelmişiz ve halen de o toplumsal mücadelenin bir aktivisti olmaya devam ediyoruz.
Esas yazacaklarım bunlar değildi ancak bu vesile ile bu meramımı da dile getirmiş oldum. Gelelim esas konuya; Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi denilen tek adam rejiminin, önceleri fiilen; bir yıldır da resmen uygulanmaya başlamasıyla “milletvekilleri ne işe yarıyor ki, parlamento ne işe yarıyor ki” söylemleri sıklıkla yazılmaya, çizilmeye ve konuşulmaya başlanmış durumdadır.
Tek adam rejimi ile parlamentonun devre dışı bırakılması, yasaların ısmarlama bir şekilde hazırlanıp meclise gelmesi, meclisin kimi yasaların virgülüne bile dokunmadan geldiği haliyle onaylaması, kimi kararların parlamentodan çok cumhurbaşkanı kararnamesiyle çıkartılıp hayata geçirilmesi eleştirilmesi gereken bir konudur ve bizler de bunu her fırsatta eleştiriyoruz.
Ancak parlamentonun zaten bir işe yaramadığını, milletvekillerinin zaten bir iş yapmadığını söylemek, tek adam rejimini güçlendirmektir. İster bilerek yapılsın isterse farkında olmadan yapılsın, bu yöndeki bütün söylemler Türk Tipi Başkanlık Sistemi diye de dillendirilen tek adam rejimine hizmetten başka bir şey değildir.
Parlamento halkın temsiliyetine sahip tek yerdir. Parlamento da 5 partinin grubu bulunmaktadır. Grubu olmayan 3 parti vardır. HDP’nin bileşen yapısından kaynaklı olarak da bir çok parti, HDP içerisindeki vekilleri aracılığıyla parlamentoda temsil edilmektedir. Yani parlamento, Türkiye halklarının yaklaşık %90 ından daha fazlasını temsil etmektedir. Oysa Cumhurbaşkanı yani yürütme organı ise sadece aldığı oy oranı itibariyle ülkenin %51’ini temsil etmektedir. Öyleyse halkın temsilcisi saray değildir, parlamentodur, milletvekilleridir.
Gerçek bu iken meclisi, milletvekillerini hiçleştirmek, işe yaramaz söylemini kullanmak her fırsatta parlamentoyu ve onun üyeleri olan milletvekillerini, topyekün değerlendirmeye tabi tutmak, tam da tek adam rejimini sağlamlaştırmak, hele de tartışıldığı bir zamanda iyice kalıcı hale getirmeye hizmetten başka bir şey değildir.
Bu yöntemi tarihte Hitler’in yaptığını, kendi tek adam rejimini oluşturmada ve parlamentoyu devre dışı bırakmada bir yöntem olarak kullandığını ve neticede bu oluşan algıyla kimsenin buna itiraz etmediği bir ortamın oluşturulduğunu unutmayalım.
Bugün de topluma, “parlamentoyu kapatalım mı?” diye bir soru sorulsa önemli sayıda kişinin “bir işe yaramıyorlar, zaten ülkeye de yük oluyorlar, kapatalım da kurtulalım” diyeceğinden yana hiçbir şüphem yoktur.
Milletvekillerini eleştirmek, onların özlük haklarını, maaşlarını tartışmak, vekillerin çalışmalarını ve çalışmamalarını eleştirmek halkımızın en doğal hakkıdır. Ancak bunu yaparken “ülkeye maliyetleri bu” diye haber yapıp, doğrudan demeseler de dolaylı olarak “aslında bunlara gerek yok” algısının oluşturulmaya çalışılması demokrasinin hayrına değildir. Bu yapılanlar sarayı meşrulaştıran, oranın tek işe yarar kurum olduğu algısını pekiştirmeye hizmetten başka bir şey olmayacaktır.
Parlamentonun devre dışı bırakılması, yok edilmesi, kapatılması diktatörlüğün onaylanmasıdır. Biz parlamentonun mevcut durumunu kıyasıya eleştireceğiz, milletvekillerinin görevini yapmadığını sürekli vurgulayacağız ki daha güçlü bir parlamentoya ve daha güçlü halk temsiliyetinin sağlanmasına vesile olalım.
Toplumları bir arada tutan ne “dil”dir ne de “din”dir. Toplumları bir arada tutan eşit, adil bir ortak yaşam sözleşmesi yani “anayasadır”. Bizim eleştirilerimizin odağında, demokrasinin olmazsa olmazı ve demokrasinin belli başlı sacayakları arasında yer alan “yasama, yürütme ve yargı”nın bağımsızlığı ve güçler ayrılığının korunması olmalıdır.
Talebimiz güçlü bir parlamento ve demokratik bir anayasadır.
01.10.2019
Ali Kenanoğlu