Konuşmalar

Endüstri Bölgeleri Kanunu’nda değişiklik teklifi üzerine konuşan Kenanoğlu’ndan iktidara: Kamu arazilerinin 100 yıl kiralanabilmesi yetmedi; rayiç bedel üzerinden satmak istiyorsunuz!

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, “Endüstri Bilgeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda konuştu. Endüstri bölgelerinin teşvikini ve gelişmesini hedefleyen teklifin işçilerin ve emekçilerin değil, sermayenin çıkarına olduğunu belirten Kenanoğlu, sanayi ve ticaretteki büyümenin ucuz işgücüne dayandığına dikkat çekti. Türkiye’nin teknolojik ürün üretmemesinin nedeninin üniversitelerin baskı altına alınması olduğunu ifade eden Kenanoğlu, iktidarın manipülasyonlarla muhalefetin eleştirilerini boşa çıkarmaya çalıştığını söyledi. Kamu arazilerinin 49+49 toplam 100 yıllığına özel şirketlere kiralandığına dikkat çeken Kenanoğlu, rayiç bedel üzerinden kamu arazilerinin önünün açıldığını aktardı.

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.


Dönem: 27 Yasama Yılı: 6 Tarih: 19.10.2022 Birleşim: 9 Ham Tutanak Sayfası: 270

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın vekiller; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Öncelikle Amasra’da yaşamını yitiren madenci katliamından dolayı duyduğum üzüntüyü dile getirmek isterim ve 41 madencimizi saygıyla anıyorum, yaralılara acil şifalar diliyor, ailelerine de sabır diliyorum, bütün emekçilerin başı sağ olsun. Tabii, konuştuğumuz konu bütün bunlardan bağımsız değil çünkü bu kanun teklifi endüstri bölgelerindeki birtakım değişiklikler içeriyor ve bu değişikliklerin özünde de yatırımların önünü açmak, yabancı sermayenin endüstri bölgelerindeki faaliyetlerine yönelik birtakım bürokratik engelleri ortadan kaldırmak, teşvikler sağlamak, çeşitli avantajlar sağlamak ve bu işletmelerin daha rahat bir şekilde üretim imkânlarına sahip olmasını sağlamak amaçla çıkartılmış bir kanun değişikliği teklifi. Yani görüştüğümüz kanun değişikliği teklifi bunun üzerine kurulu. Tabii, bizde, bu Komisyonda, özellikle Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu bütünüyle sermayedarların getirmiş olduğu teklifler, şirketlerin getirmiş olduğu teklifler üzerine kanun hazırlayan bir Komisyon hâlinde. Bütün bu hazırlanan kanunların işçiler emekçiler boyutunda, çevre doğa boyutunda nelere yol açtığı, nelere mal olacağı bu Komisyonun konusu değil gibi. Yani aslında o alan hiç bizi ilgilendirmiyormuş gibi tümüyle sermayenin şirketlerin kârlarını nasıl artırabileceği, yatırımların daha fazla nasıl artırabileceği, onların önünde hangi engeller var, bunlar nasıl ortadan kaldırılabilir, üzerine kurulu bir faaliyet ve kanun çalışması yürütüyoruz. Tabii, burada bu tür çalışmalar beraberinde neyi getiriyor? İşte dünden beri konuşuyoruz burada, işçi sağlığı, çevre, doğa, birtakım tedbirlerin alınması; bütün bunların hepsi tali unsurlar hâline dönüşüyor. Esas unsur olarak “Daha kolay, daha çabuk nasıl işletme kurulur?” “Daha çok nasıl para kazanılır?” “Bu sermayedarların karşısında bunların daha çok işletme kurabilmesi, daha çok kâr edebilmesinin önünde hangi engeller var ve biz bunları nasıl ortadan kaldırabiliriz?” bütünüyle bunlar konuşuluyor ve bunlardan kaynaklı olarak bu katliamlar meydana geliyor çünkü daha çok kâr etmeleri gerekiyor. Bizim ülkemizdeki en ucuz şey, işçi sağlığıdır, emekçilerdir.

Şimdi, dolayısıyla bütün bu sanayileşme meselesine buradan bir bakış açısı da olması gerektiğinin tam da günlerinde, o felaketin eşiğinde bu kanunu konuşuyoruz.

Sanayi devrim süreçleri var arkadaşlar. Buhar makinelerinin keşfedilmesi, sanayide buharlı makinelerin kullanılması ve çeşitli makinaların kullanılmasına, buna “Birinci Sanayi Devrimi” diyor iktisatçılar genel olarak. İkinci Sanayi Devrimi ise elektriğin sanayide kullanılmaya başlanması ve üretimin böylelikle daha fazla artması üzerine kuruludur. Üçüncü Sanayi Devrimi ise dijitalleşme yani bilgisayarların fabrikalarda kullanılmaya başlaması ve üretimin daha seri hâle gelip daha da artması olarak ifade ediliyor. Şu anda Dördüncü Sanayi Devrimi içerisinde olduğumuz söyleniyor. Burada da yapay zekâların fabrikalarda kullanılmaya başlanması ve fabrikaların kendi kendini yönetecek kapasiteye ya da seviyeye gelmesi üzerine kurulu bir çalışma yürütülüyor yani dünya genelinde böyle çalışmalar yürütülüyor. Peki, Türkiye’de ne oluyor? Tabii, dünya genelinde bu çalışmalar yürütürken diğer taraftan da “gelişmiş demokrasi” diye ifade ettiğimiz unsurlarla birlikte, işte, işçi sağlığı, güvenliği, çevre koruması ve benzeri şeyler de benzer oranda tartışılıyor. Türkiye’de durum ne? Türkiye’de sanayi, ticaret, ihracat, ekonomi bir bütün olarak ucuz iş gücüne dayalı yani neredeyse Birinci Sanayi Devrimi’ni dahi yakalayamamış bir pozisyonda gidiyor. Ne kadar ucuz iş gücü varsa maliyet işte o kadar düşürülüyor ve buradan da ihracatın yolunun açıldığı ifade ediliyor. Böyle düşünülüyor, böyle uygulanıyor. Şimdi, ikincisi ise ham maddeler üzerinden bir ihracat söz konusu. Yani yapılan ihracatlara baktığınız zaman, esasında yapmış olduğumuz, satmış olduğumuz o ham maaddeleri yani toprağın altından çıkarmış olduğumuz ham maddeleri biz daha büyük paralarla geri satın alıyoruz, teknoloji olarak satın alıyoruz. Dolayısıyla, bu, ülkeye bir katkı falan getirmiyor yani bu tür yapılan ihracatlar ülkeye ekonomik anlamda, ülkenin millî gelirinin artması anlamında ve benzeri büyüme anlamında da olumlu bir sonuç getirmiyor.

Şimdi, teknolojik ürün, dünya çapında şu anda en çok gelir getiren ürün. Peki, biz niye teknolojik ürün üretemiyoruz? Çünkü bu konuya hem insan anlamında hem ekonomik anlamda yatırım yapmıyoruz. Şimdi, beyin göçünden bahsediliyor. Yani yoğun olarak üniversitelerin özerkliğini kaybettiği, her türlü müdahaleye açıldığı, kapılarına zincirlerin vurulduğu, kelepçelerin vurulduğu üniversitelerden bilim çıkar mı, buradan bir teknolojik gelişim sağlanabilir mi? Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı diyor ya “Daha iyi araba ve telefon almak için gençler yurt dışına gidiyor.” Oysa böyle mi? Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor yani çok yönlü üniversitelerde öğrenciler üzerinde yapılan çalışmalar var, temel olarak 4 sebep sayılıyor beyin göçüyle ilgili:

1) Ekonomik sebepler. Yani ülkede insanlar iş bulamıyor; okulu bitiriyor, üniversiteyi bitiriyor, iş bulamıyor, bulduğu işte de geçinebilecek oranda maaş yok.

2) Siyasal sebepler. Ülkenin her tarafının hapishaneye çevrildiği, her türlü sansürün, baskının, zorbalığın yaşandığı bir ülkede siyasal nedenlerden dolayı öğrenciler kendilerini özgür hissetmiyorlar ve ülkeyi terk etmek istiyorlar.

3) Eğitim sisteminden kaynaklı sebepler. İşte, anlattık ya, üniversitelerin kapısına kelepçe vurulduğu bir yerde özgür üniversiteden, özgür beyinlerden bahsetmek mümkün değil. Dolayısıyla gençler daha özgürce eğitim alabilecekleri üniversiteler için yurt dışına gidiyorlar.

4) Yabancı dil eğitiminden kaynaklı olarak gittiklerini söylemişler, bu da eğitimle ilgili bir şey ve toplamda aslında beyin göçü tümüyle iktidardan kaynaklı bir beyin göçüdür yani iktidarın sebep olduğu bir beyin göçüdür.

Şimdi, dünya genelinde, örneğin, iktisatçılar bir taraftan da bu ekonomik büyümeyi çeşitli modellere ayırmışlar -bu büyüme modellerini- ve bunları sağlıklı ve sağlıksız büyüme olarak ifade etmişler. Bunlardan 1’incisi yani sağlıksız büyümelerden bir tanesi, ihtisas sağlamayan büyüme yani ekonomik büyüme sağlanmasına rağmen, rakamlar artmasına rağmen işsizlik düşmüyor, insanlar işsiz kalmaya devam ediyorlar hatta zaman zaman işsizlik artıyor, ekonomik veriler daha kötü çıkıyor. İşte bu, istihdam sağlamadan oluşturulan bir ekonomik büyüme; bunun bizde örnekleri var, çoğunlukla oluşturulan yandaş şirketler, holdingler aracılığıyla sağlanan büyümeler biraz buna örnektir.

Diğer taraftan, adaletsiz, acımasız büyüme modeli 2’nci model olarak da. Bu da gayrisafi yurt içi hasıla artmasına rağmen elde edilen çıktıların adil paylaşılmamasından kaynaklı olarak gelir dağılımındaki uçurum yani esasında biraz önceki anlattığımızda da tümüyle bu istihdamın ya da ekonomik büyümenin belli şirketler, belli holdingler, belli kişiler etrafında yürütülmesi ve buradan kaynaklı olarak da aslında elde edilen gelirin tabana yayılmaması ve uçurumun artması meselesi.

3’üncüsü sessiz ekonomik büyüme modeli. Bu modelde de demokratikleşme olmadan, çok sesli olmadan, özgür birey, özgür toplum olmadan, tarafsız ve bağımsız bir yargı olmadan yapılan ekonomik büyümeler. Çünkü bunlarda istikrarlı bir büyüme oluşmuyor ve bunlar tümüyle aslında 1’inci ve 2’nci maddedeki büyümelerin de ekonomik büyümenin de önünü açıyor. Bu da hiçbir şekilde toplumu geliştiren, ülkeyi zenginleştiren bir büyüme modeli değil.

4’üncüsü de köksüz büyüme modeli. Bu model de ülkenin sosyokültürel değerlerini yok eden, yozlaşmaya neden olan ekonomik değişimler ve dönüşümler üzerine ifade edilir. Gelecek vaat etmeyen büyümede ekonomik büyümenin yenilenemeyen ve tahrip edilen kaynaklardan sağlanmasıyla oluşur. Bu da bizim ülkemizde sıkça rastladığımız bir şey; işte maden sahalarının nasıl tahrip edildiğinin, çevrenin nasıl dikkate alınmadan ekonomik büyümeye doğru gidildiğinin örnekleridir bunlar da.

Peki, olması gereken büyüme modeli olarak neyi öngörüyor? Sürdürülebilir, istihdam sağlayan, refah artışı sunan, bireysel özgürlükleri temin eden, toplumsal iş birliği ve dayanışmayı sağlayan büyüme modeli. İşte, bu modeli sağlarsanız ülkedeki ekonomik büyüme, hem toplumsal hem geniş halk kitlelerine yayılan ve kişi başına düşen millî geliri de artıran, herkesin kalkındığı, herkesin büyüdüğü bir model hâline dönüşür. Şimdi, bizim ülkemizde bu böyle uygulanmıyor, büyüme sadece… Sadece birileri büyüyor, birileri sürekli şişiyorlar, genişliyorlar, büyüyorlar ama vatandaşa hiçbir şekilde o büyümenin herhangi bir katkısı yok. Orada ise alım gücü düşüyor, sefalet daha da artıyor ve ciddi bir uçurumla karşı karşıya kalıyoruz bu büyüme modellerinde. Maalesef, Türkiye, işte bu saymış olduğumuz sağlıksız büyüme modelleri üzerinden yürüyen bir ekonomi uyguluyor.

Şimdi, görüşmüş olduğumuz, görüşülen kanunda tabii itiraz ettiğimiz hususlar var. Hani genel olarak kanun, anlattığım gibi, bir bütün olarak, işte, endüstri bölgelerinin teşviki, gelişmesi, yabancı sermayenin buraya aktarılması ya da daha kolay işletilmesi üzerine kurulu bir sistem. Ama burada örneğin 2, 3 ve 13’üncü maddelerde ÇED zorunluluğunun kaldırılması söz konusu. Tabii, bunu Komisyonda tartıştık, şu ifade edildi: Evet, sonuçta bütün işletmeler, bütün endüstri bölgeleri ya da bütün firmalar Çevre Kanunu’na tabidir dolayısıyla ÇED’den muaf olamaz. İşte, bu kanunda ayrıyeten bir ÇED süreci vardı, bunu ortadan kaldırıyoruz.

Şimdi, biz de diyoruz ki: Zaten, mevcut ÇED süreçlerini sağlıklı bir şekilde işletmiyorsunuz, çoğu zaman ÇED olumsuz raporlarına rağmen, ÇED kararlarına rağmen işletmeyi sürdürüyorsunuz. Diğer taraftan, ÇED raporları hakkında iptal kararları verilmiş olmasına rağmen bu kararları yok sayarak işletmelerin faaliyetlerini sürdürmesini sağlıyorsunuz dolayısıyla ÇED raporu gibi doğayı, çevreyi koruyan bu tür kanunların, bu tür maddeleri mümkünse her kanuna koymak gerekir çünkü başka türlü koruma imkânı yok, olağan şartlarda bunun böyle olmasına gerek yok, olağan şartlarda evet, sizin dediğiniz doğrudur, olağan şartlarda zaten her işletme ya da her yatırım her yapılacak işlemler Çevre Kanunu’na tabidir dolayısıyla gerek de yoktur ama burada böyle bir şey yok ki. Ülkede, ÇED Kanunu uygulanmıyorsa, Çevre Kanunu uygulanmıyorsa o zaman, bizim, her yerde onun altını çizmemiz gerekiyor. Bu anlamıyla, burada yapılan değişiklikleri doğru bulmadığımızı ifade etmek isterim.

Bir de bu konu tartışılırken Komisyonda, Sayın Bakanlık yetkilileri de işte iktidar partisindeki kimi milletvekili arkadaşlar da şunu söylediler: “Ot var, kök var… Bunun gibi yaklaşımlar yüzünden biz yatırım yapamıyoruz.” Olayı biraz daha enteresan hâle getirerek “Burada ot var, şurada kök var, şurada bilmem ne var… İşte, burada, biz yatırım yapamıyoruz…” Yatırım yapabilecek o kadar çok alan var ama bütün bunlara rağmen, siz gözünüzü oradaki ota dikerseniz, oradaki ağaca ormana, canlıların yaşam alanlarına dikerseniz tabii ki biz buna karşı çıkarız.

Bir de şu var, çok angaje edilen bir şey: Ya, işte “Siz sanayiye karşısınız, ekonomiye karşısınız, büyümeye karşısınız.” filan; bunların üzerinden kurulu cümleler var. İki gündür burada kader tartışması yapılıyor, arkadaşlar “Lanet olsun böyle kadere.” dedikleri zaman itiraz ediliyor. Evet, biz öyle kadere, öyle kader tanımına itiraz ediyoruz ve işte bizim itiraz ettiğimiz, sizin “Ot var, ağaç var…” İşte böyle büyümeye biz itiraz ediyoruz, bizim itiraz ettiğimiz büyüme modeli deminki saymış olduğumuz büyüme modelleridir yani Türkiye’nin uyguladığı büyüme modellerine biz itiraz ediyoruz; bunun bilinmesi gerekiyor. Öbür türlü, sonuçta bu topraklarda birlikte yaşıyoruz ve her birimiz bu ülkedeki her türlü gelişmenin muhatabıyız. O anlamıyla, öyle “Şuna karşısınız, buna karşısınız.” sözleriyle bütün bu eleştiriler görmemezlikten gelinemez. Bunları görmezlikten gelirseniz, ondan sonra hiç ummadığınız, beklemediğiniz felaketlerle karşı karşıya kalırsınız ve bu sefer bunun derdine düşeriz. Biz mi düşeriz artık, torunlarımız mı düşer, çocuklarımız mı düşer, bilmiyoruz ama bu işlerden öyle kurtuluş yok.

Bir diğer mesele, 5’inci maddedeki irtifak hakkına rağmen… Yani arazilerin satışı meselesi var, bu da şu: Şimdi, endüstri bölgeleri ya hazine arazileri ya da kamulaştırılmış araziler. Sonuçta, kamuya ait araziler üzerinde endüstri bölgeleri kuruluyor ve bunlar işletmelere kırk dokuz yıllığına kiraya veriliyor. Şimdi, bu kırk dokuz yıl yetmiyor. Hani işletme şunu diyebilir: Ya, ben öyle bir yatırım yapacağım ki bu yatırım… Kırk dokuz yıl için ben bunu yapmam.” diyebilir. Bir şey daha var: Bir kırk dokuz yıl daha uzatılabiliyor yani ikinci bir kırk dokuz yıl hakkı daha var. Ama yetmiyor bu; şimdi bu kanun teklifiyle satışı yani rayiç bedeli üzerinden o kamu arazisinin, o hazine arazisinin satışı kolaylaştırılıyor, onun önü açılıyor. Şimdi, niye yani ülkenin kaynakları, ülkenin arazileri, kurmuş olduğu tesisler, alanlar, şunlar bunlar niye satılsın, niye bunların özel sermayenin tekeline geçmesine izin verelim? Zaten hani kırk dokuz artı kırk dokuz yani neredeyse yüz yıl bir kiralama hakkına sahip yani yüz yıllık bir mülkiyet hakkı oluşuyor kendisinde ama bu yüz yıla rağmen yetmiyor, bunun haricinde yine de satın almak istiyorlar.

Diğer bir mesele, endüstri bölgelerinin oluşumunda, seçiminde bizim çokça itiraz ettiğimiz bir uygulama burada da var; merkezî iktidar anlayışı. Yani bir yerde bir endüstri bölgesi oluşturulacak, bu konuda o bölgede yaşayan yönetime, halka -hani bırak halkı zaten sormuyorsunuz- ama yerel yönetimlere dahi sorulmadan Ankara’dan, merkezden bir karar alınıyor “İşte, şu bölgedeki, şu ildeki burası endüstri bölgesi ilan edildi.” deniliyor ve ondan sonra oraya sanayi tesisleri kuruluyor. Şimdi, burada yerelde yaşayan halkın talepleri, oradaki yöneticilerin, sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin, yerel inisiyatiflerin görüşleri alınmadan Ankara’dan belirlenen bir takvimle ya da bir kararla bu tür endüstri bölgelerinin kurulması ciddi bir şekilde tartışma konusu. Komisyonda da Zonguldak Filyos Vadisi’ndeki yatırım yani orada yapılan endüstri bölgesi ve oradaki yatırım bir tartışma konusu oldu. Arkadaşların verdiği bilgilere göre, iktidar partisinden de çeşitli siyasetçiler buna yönelik itirazlarını dile getirdiler ama nafile yani bunlar işe yaramıyor; sonuçta bir karar verilmiş, orası yatırım bölgesi ilan edilecek ve buradan yürütülecek. Ben, örneğin, Sinop Nükleer Santral’i davasına katılmıştım. Keşke o dava sürecini kitaplaştırıp yayımlasalar ve ders olarak okutulsa; enteresan bir süreçti, bilirkişi raporları var, birtakım kararlar var, hocaların görüşleri var, üniversitelerden gelmişler, görüş aktarmışlar, bunun yanı sıra yerelde yaşayan insanların anlatımları, aktardıkları bilgiler var ama bütün bunlara rağmen bir de merkezin bir kararı var, Ankara’nın, tek adamın bir kararı var, yapılacak. Şimdi, buradan kaynaklı olarak yerel yönetimleri dikkate almadan merkezî siyasetlerle oluşturulmuş birtakım kararlar bölgelerde tahribatlara yol açıyor, bölgelerde birtakım istenmedik hadiselere yol açıyor ve bir bütün olarak da yaşam alanlarını daraltıyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bu kanunlara itiraz ederken bir taraftan da şunu söylüyoruz ve itiraz ediyoruz yani diyoruz ki: “Evet, sanayinin gelişmesi konusunda birtakım çalışmalar yürütülür, tedbirler alınır, kanunlar çıkarılır ancak diğer tarafta bu ülkedeki yaşanılan yoksulluk, sefalet noktasında Parlamentonun da çeşitli kanunlar çıkarması, kararlar alması gerekir ve çeşitli çalışmalar yürütmesi gerekiyor, bu işler sadece sermayedarları koruyarak olmuyor.

Bugün şöyle tamamlayayım sözlerimi: Şimdi, Amasra’daki madenle ilgili komisyonu kurduk. Bakın, ben bundan önce yine kritik bir komisyonda yer aldım; muhtemelen bulunduğum komisyondan kaynaklı olarak bu kurulacak maden komisyonunda da yer alabilirim. Deprem Araştırma Komisyonu kurduk, burada 5 partinin kararıyla. Deprem Araştırma Komisyonunda bütün parti gruplarıyla iyi bir çalışma yürüttük -vekillerimiz de burada- özverili bir çalışma yürüttük ve iyi bir rapor da çıkarttık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurunuz.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) – Başkanım, bitiriyorum.

Hani bizim eklemelerimiz oldu, ilave görüşlerimiz oldu, onları da koyduk ve iyi bir rapor çıktı. Şimdi bu rapor nerede? Bizim odalarımızdaki raflarda, Meclisin de ilgili raflarında duruyor. Peki, bu Deprem Araştırma Komisyonu Raporunun önerdiği maddeler, önerdiği kanunlar, önerdiği yönetmelikler, önerdiği şeyler yerine getirildi mi? Getirilmedi, bugüne kadar bir adım atılmadı bununla ilgili. Yani mesele komisyonu kurmak değil; kurduk işte, Deprem Araştırma Komisyonu çok iyi çalıştı, iyi bir rapor çıkarttı ama işte, Meclisin tozlu raflarına kaldırıldı. Zaten şimdi bütçe geliyor, arkasından seçim sürecine girilecek ve bu dönemde bitecek ve bu dönem bittiği zaman o rapor da artık, geçmiş olsun, ömrünü, miladını tamamlamış olacak. Şimdi, dolayısıyla bugünkü kurulan Komisyonun da hani böyle bir umutla, bir heyecanla oluştuğunu düşünmüyorum açıkçası. Çalışmalarımızı yapacağız tabii ki ama vatandaşa bir sonuç vermeyecektir arkadaşlar.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu