Konuşmalar

Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi’ne ilişkin eleştiri ve görüşler

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, ‘Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu görüşmelerinde konuştu. Cumhurbaşkanlığı’nın KHK’larla Meclis’i devre dışı bırakarak gecekondu kurumlar kurmaya çalıştığını ifade eden Kenanoğlu, kamuoyu tarafından tartışılmayan kanunsuz şekilde kurulan kurumların ülkeye büyük zararlar verdiğini belirtti.

2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle kurulan Nükleer Düzenleme Kurumu’nun Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından kanunsuz bulunduğunu hatırlatan Kenanoğlu, “nükleer enerji gibi son derece riskli ve hayati bir konu kamu denetimi ortadan kaldırılarak tamamen ticari bir konu hâline getirilmiştir” dedi. Sinop ve Mersin’de yapım süreci devam eden nükleer santrallerin Türkiye için oluşturduğu risklere değinen Kenanoğlu, 29 maddelik ‘Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi’ne 29 ayrı önerge vererek itirazlarını dile getireceklerini söyledi.

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.


28.02.2022 tarihli SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, Sayın Başkan teşekkür ediyorum.

Tekrar hazirunu saygıyla selamlıyorum.

Tabii, usul yönünden eksikleri dile getirdik ve öncelikle sizin Komisyon Başkanı olarak bu toplantıyı ertelemenizi talep ettik. Maalesef, bu konuda kanaat dahi belirtmediniz. Alt komisyon kurulması gerektiğini ifade ettik, alt komisyon kurulması da reddedildi. Oysa bu Komisyondaki kanun -tekrar ifade etmem gerekiyorsa- 25 Şubat saat 11.05’te bize iletildi, bir maille toplantının gündemi, zamanı ve kanun taslağı gönderildi. Dolayısıyla bizim, cuma günü içerisinde, o kısa zaman içerisinde apar topar bu kanunla ilgili bir inceleme yapmamız söz konusu değildi. Açıkçası kanunu da okuyamadık bile yani o kadar, zaten planlı bir programımız da vardı. Haberdar olduk ve bu şekilde pazartesi günü önce saat 14.00 için toplantı saati günü bildirildi, meğer saat 10.00’da da -bugünün için- Çevre Komisyonunun alt komisyon olarak toplantısı varmış ve dolayısıyla 14.00’e yetişmeyeceği düşünülerek saat 16.00’ya ertelendiği ifade edildi ve saat 16.00’da bu toplantıya girdik.

Şimdi, sabah da Çevre Komisyonu toplantısına katıldık, tabii orada da görüşlerimizi ifade ettik. Arkasından tabii Komisyon bir oylama yaptı, bir rapor düzenledi filan. Şimdi, biz bu toplantı esnasında Çevre Komisyonunun raporunu gördük yani bize gönderildi dolayısıyla bizim, Çevre Komisyonunun raporunu okuma, bu Çevre Komisyonunun raporu üzerinden bir değerlendirme yapma imkânımız dahi olmadı yani, bu ortadan kaldırıldı. Şimdi burada Çevre Komisyonunda parti gruplarının temsilcilerinin ya da vekil arkadaşların şerhleri var, o şerhleri de Komisyon raporunun akabinde bu toplantı esnasında, biraz önce getirildi, onları okuma fırsatımız olmadı yani Çevre Komisyonu bu kanuna nereden itiraz ediyor ya da işte, şerh koyan arkadaşlar neyi söylüyorlar hangi hususlarda itiraz ediyorlar bunu da hani inceleme imkânımız olmadı yani ne bizim ne de sizlerin bunu da okuma imkânı olmadı. Şimdi, bütün bu çerçevede toplantı gündemi devam ediyor, yani işte hızlıca çıkaralım bu kanunu, buradan bir an önce Genel Kurula gönderelim eğilimi var.

Şimdi, mesele önemli yani nükleer düzenleme kanunu görüşüyoruz. Aslında öncesinde Akkuyu Nükleer Santrali’ne bir gezi yapacaktık, bu çok kıymetliydi. Ben Komisyonun gezilerine çok iyi şey yapamıyorum, katılamıyorum; işte vekil sayımızın düşüklüğü, iş yoğunluğu, yani vekil arkadaşlarımızın bölgeleri paylaşıyoruz, sadece kendi seçim bölgemizde değil onun dışındaki bölgelerde de, vekilimiz olmayan illerde de çalışmalara katılıyoruz filan derken çok takip edemiyoruz ancak nükleer santralle ilgili, Akkuyu’yla ilgili, çok istiyordum gitmeyi, görmeyi ve yerinde incelemeyi “Ertelendi.” dendi, bilmiyorum, olacak mı, olmayacak mı; ayrı bir konu ancak bu tekliften önce gidilmiş olsaydı ya da gidildikten sonra bu kanun düzenlemesi getirilseydi daha yerinde olacaktı, çok daha iyi olacaktı.

Şimdi, burada hep eleştirdiğimiz konulardan bir tanesi, çağrılan kurumlar. İşte, nükleer düzenleme kanunu teklifini konuşuyoruz 17 tane kurum çağırılmış buraya, bu 17 kurumun tamamı kamu kurumu yani kamu kurumları temsilcileri buraya çağırılmış ve teklifi biz onlarla görüşüyoruz. Oysa, bu teklifi ilgilendiren toplumsal yapılar var, o bölgelerde yaşayan yani nükleer santrallerin inşa edildiği alanlarda yaşayan, Mersin’de yaşayan, Sinop’ta yaşayan ve çevre illerde yaşayan insanlar var ve bu insanların bu nükleer karşıtı oluşturduğu platformlar var, sivil toplum kuruluşları var; bunlar ne diyorlar bu nükleer meselesiyle ilgili genel olarak, özelde bu teklife ilişkin bir görüşleri var mı; bütün bunları dinlememiz gerekiyordu. Ayrıyeten, bu konuda çalışma yapan uzmanlar var, akademisyenler var; bunları dinlememiz ve görüşlerini almamız gerekiyordu. Bu amaçla, hiç olmazsa bir alt komisyon kurulsun ve bu eksikleri gidersin dedik ancak sayısal çoğunluğa güvenilerek bu alt komisyon da reddedildi.

Tabii, bunun acelesi nedir? Acelesi belli, 9 Martta süre doluyor yani Anayasa Mahkemesinin iptal süresi doluyor ve bu, 9 Martta Resmî Gazete’de yayınlanacak şekilde, hızlı bir şekilde çıkarılmaya çalışılıyor. Sayın Bakanlık Temsilcisi de “Zamanın darlığı” falan dedi. Ne “Zamanın darlığı” arkadaşlar? Bir yıl öncesinden bu belli yani iptal kararının verildiği tarih yeni mi? Zaten “Bir yıl yürürlükte kalsın.” diyor Anayasa Mahkemesi ve bu bir yıl içerisinde bu kanunla ilgili ve bu Mecliste bir çalışma yürütülmüyor, buraya bir teklif getirilmiyor, bu teklifin yeniden düzenlenmesi gerektiği, Mecliste yasalaşması gerektiği bilinmesine rağmen herhangi bir teklif getirilmiyor buraya. Son ana yani neredeyse son dakikaya kadar tutuluyor, bekletiliyor ve o dakikada getiriliyor. Şimdi, burada şuna sığınıyorsunuz anladığım kadarıyla: Teklif tartışılmasın, çok fazla konuşulmasın yani “Teklif iptal edildi, yürürlükten kalkacak, dolayısıyla mecburuz.” deyip bir baskı oluşturalım. Hem belki sizin de üzerinizde bir baskı unsuru oluşturuyorlar yani iktidar vekilleri üzerinde de Komisyon üyesi arkadaşlar üzerinde de belki böyle bir baskı unsuru oluşturuyorlar hem de bizler üzerinde de böyle bir baskı oluşturuluyor ve konu tartışılmadan, derinlemesine incelenmeden, teklif hakkında herhangi bir çalışma yapamadan bu teklifi bu şekilde görüşmek mecburiyetinde bırakılıyoruz ve biz de derlediğimiz, toparladığımız, kısa zaman içerisinde biriktirdiğimiz bilgilerle, dokümanlarla konuşmaya ve görüşlerimizi aktarmaya çalışıyoruz.

Şimdi, önümüzde duran kanun teklifinin gerekçesinde şöyle yazıyor, diyor ki: “Nükleer enerji alanının, düzenleyici ve denetleyici kurum işlevleri ile icrai işlevlerinin birbirinden ayrılması zorunluluk arz ettiğinden, bu görevlerin birbirinden ayrılması suretiyle düzenleyici ve denetleyici görevleri yerine getirmek üzere 2/7/2018 tarihli ve 702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Nükleer Düzenleme Kurumu kurulmuştur.” Yani Nükleer Düzenleme Kurumu 2018 senesinde bir KHK’yle kuruluyor. Çevre Komisyonunda da dile getirdik yani esasında bu, Meclisin itibarına, milletvekillerinin saygınlığına aykırı bir durumdur, yani bütün bunları ortadan kaldıran bir durumdur. Şimdi, bir kurum bir gecede KHK’yle Cumhurbaşkanının imzasıyla kuruluyor ve bütün bu işlerde şöyle bir uyanıklık yapılıyor -zaman zaman kanun tekliflerini konuşurlarken de yapılıyor bu- “Ya, Anayasa Mahkemesine itiraz hakkınız var.” Şimdi, şöyle bir şey olabilir mi, yani Anayasa Mahkemesine itiraz hakkımız var diye kanuna uygun olmayan yasa çıkarılır mı? “Varsa orada düzeltilir.” Yani “varsa düzeltilir” diye bir bakış açısı olur mu? Biz yasama organının üyeleri olarak böyle bir şeye nasıl girişebiliriz? Yani bunu hakikaten, inceleyip yasaya aykırı bir şey varsa orada düzeltmeden “Ya, biz kanunu çıkartalım; siz gidin, Anayasa Mahkemesine başvurun; aykırıysa Anayasa Mahkemesi iptal eder.” Böyle bir şey olabilir mi, böyle bir kanun yapma yöntemi olabilir mi? Ama maalesef böyle yürüyor, ondan sonra Anayasa Mahkemesi ne yapıyor? Bu kararname Anayasa Mahkemesinin 30/12/2020 tarihli kararıyla iptal ediliyor. Söz konusu kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi hakkı da hüküm altına alınıyor. Yani 30/12/2020’de bu yasanın, bu kararın bir yıl geçerli olduğu, bu kanun düzenlemesinin bir yıl geçerli olduğu belli. Son dakika kadar getirilmesi iyi niyetli değildir; tamamen konuyu kamuoyundan kaçırma, milletvekilleri üzerinde bir psikolojik baskı oluşturma, tartışmadan, konuşmadan “Bir an önce biz bunu istiyoruz, siz çıkartın.” demekten başka bir şey değildir. Bu, en başta bu Komisyondaki üye arkadaşları, iktidarıyla, muhalefetiyle tüm arkadaşlarımız açısından da saygınlığını ortadan kaldıran saygısızca bir yaklaşımdır. Yani bizim öncelikle milletvekillerinin saygınlığını, Parlamentonun saygınlığını, halkı temsil eden en yüksek kurum olan Meclisin saygınlığını ortaya koyabilmemiz açısından bu şekilde kanun getirilmesine, önümüze konmasına itiraz etmemiz gerekir “Ya, bu böyle olmaz.” dememiz gerekir yani bunu kabul eden… Biz zaten muhalefet olarak söylüyoruz ama iktidardaki arkadaşların, vekillerin buna itirazlarını yüksek sesle dile getirmesi gerekir çünkü bu, tümüyle milletvekillerinin ve Meclisin işlevini de ortadan kaldıran bir durumdur. Bu doğrultuda Nükleer Düzenleme Kanunu hazırlanarak 2018 tarihli Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Anayasa Mahkemesinin 30/12/2020 tarihli kararıyla iptal edilmesiyle doğan hukukun boşluğun giderilmesi amaçlanmıştır yani bu amaçla bu kanun getiriliyor, hukuki boşluğun giderilmesi. Kanunla kurulması gereken kurumların, Meclisten yasası çıkartılarak kurulması gereken kurumları kanun hükmünde kararnamelerle kuran bir ucube sistemle karşı karşıyayız. Planı ve projesi çizilmiş yani sarayın odalarında kimi insanlarca hazırlanmış ve KHK’lerle imzaya açılmış gecekondu kurumlar oluşturuyoruz yani bu şekilde böyle yani bu, sizin döneminizde size nasip olan bir iş herhâlde, gecekondu kurumlar. Şimdi, Meclisi baypas etmekten öte bir şey değil. Şu anda, örneğin ben size birkaç gecekondu kurum açıklayım: Anayasa Mahkemesi 2021 Haziran ayında yeni yapılan başvuru üzerine aldığı kararla Cumhurbaşkanlığına bağlı İletişim Başkanlığı, Devlet Arşivleri Başkanlığı, Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığının Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle genel bütçe kapsamına alınmasını Anayasa’ya aykırı bularak düzenlemenin kanunla yapılması gerektiğine hükmetti. Yani bu 4 kurumun kanunsuz olduğunu ifade ediyor. Anayasa Mahkemesinin aldığı bu karar üzerine AKP Grubu bu 4 kurumla birlikte farklı Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ilgili kanuna eklediği toplam 11 kuruma ilişkin kanuni düzenleme yapmak amacıyla Genel Kurulda görüşmekte olan torba kanuna önergeyle madde ekleme teklifini muhalefet partileri sunmuş ancak hatırlanacağı üzere bir netice alınamamış ve teklif görüşülmek üzere ekim ayına ertelenmiştir. Bu görüşmenin henüz yapılmadığını dolayısıyla ilgili kurumların kanunsuz, gecekondu kurumlar olduğunu da bu vesileyle hatırlamış olalım. Oldukça problemli olduğunu düşündüğümüz bu tarzdan vazgeçilmesi gerekmektedir. KHK’yle kurum kurma alışkanlığı hukuktan geri dönmektir çünkü kanunsuzdur. KHK’yle yapılan işlemler kamunun tartışamadığı, uzmanların fikrini belirtemediği kurumlar olarak kalmaktadır. Komisyonda tartışılmayan, Mecliste müzakere edilmeyen, kamuoyundan gizlenen bu tür teklifler ülkeye büyük zararlar vermektedir. Nitekim, eğer bu kanun teklifi, kurulması planlanan Nükleer Düzenleme Kurulunu KHK’yle değil de daha önce bu şekilde Komisyona gelmiş olsaydı, toplumsal ve siyasal muhalefetin tazyikiyle belki de geçmeyecekti.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin reddettiği ve yayımı tarihinden itibaren bir yıl süre tanıdığı, apar topar Komisyona getirilen ve daha tartışmaları yapılmadan birkaç gün içinde kanunlaşmasını bizden bekliyorsunuz ya da bunu talep ediyorsunuz ya da sizden böyle istenmiş. Tabii, bunu niye bir hafta kala yapıyoruz? Bunu ifade ettik, kamuoyu çok fazla bu konuyu tartışmasın, bunun üzerinde bir tartışma yürütülmesin diye bu yapılıyor. Anayasa Mahkemesi, bilindiği gibi 702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin tümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. AYM, nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyon faaliyetlerine ilişkin konular ile bu alanda yetkili bir kurum kurulmasının, Anayasa’da yapılan değişikliklere uyum sağlamak amacı kapsamında olmadığı, dolayısıyla dava konusu KHK kurallarının KHK çıkarma yetkisi, amaç ve kapsamı içerisinde değerlendirilemeyeceğini vurgulamıştır. Söz konusu kararda “‘Çevre ve insan sağlıyla doğrudan ilgili olan nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyona ilişkin faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ilgililerin korunmasına yönelik temel ilke ve esaslar ile tarafların sorumluluklarının belirlenmesi ve bu faaliyetler üzerinde düzenleyici, kontrol yetkisini haiz Nükleer Düzenleme Kurumunun kurulması’ şeklindeki amacın, Anayasa’da yapılan değişiklere uyum sağlanması kapsamında değerlendirilemeyeceği açıktır.” demiştir. Ancak mahkeme, KHK’nin tümünün ve 7164 sayılı Kanun’da değiştirilen ve eklenen kuralların iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal edeceği nitelikte gözüktüğü gerekçesiyle iptal hükümlerinin, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. AYM kararıyla nükleer santral gibi çevre ve insan sağlığını doğrudan etkileyen konularda Cumhurbaşkanı KHK’leriyle tek elden her türlü kararın verilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu da vurgulamıştır.

Maalesef, nükleer mevzuatımız yapboz tahtası durumunda. Bilindiği üzere, 24 Haziran 2018 seçimlerinden hemen sonra, 9 Temmuz 2018 tarihinde ülke tarihimizin en derin döviz kuru, faiz, enflasyon sarmalı içerisinde boğuşurken Nükleer Düzenleme Kurumu KHK’si, Cumhurbaşkanlığı yemin töreninden önce ilk çıkartılan KHK’ler arasında yer almıştır. Bu düzenlemeyle, nükleer enerji gibi son derece riskli ve hayati bir konu kamu denetimi ortadan kaldırılarak tamamen ticari bir konu hâline getirilmiştir. Ayrıca, enerji üretim amaçlı radyoaktif atıklardan Nükleer Düzenleme Kurumu adına kilovatsaat başına 15 cent bedel kesilerek bir fon oluşturulmasıyla yeni bir kamusal para havuzu oluşturulmuştur. Nükleer Düzenleme Kurumu düzenlemesi nükleer enerjiyi sadece ticari bir mesele olarak görmektedir. Ortalama 4.500 megavat kurulu gücündeki bir nükleer santralin elektrik üretiminden bu fona yılda yaklaşık 50 milyon dolar para aktarılacaktır. İşsizlik Fonu’nun amacı dışında talan edilmesi yakın zamanda yaşanmış bir örnektir, bu fonun da nükleer atık bertarafı yerine başka amaçlarla kullanılması olasıdır. Bu konuda derin endişelerimiz ve yaşadığımız pratikler var.

Nükleer Düzenleme Kurumu kurulurken eksik bırakıldığı düşünülen konular altı ay sonra torba kanun usulüyle değişiklik yapılarak düzenlenmeye çalışılmıştır. 7 Aralık 2018 tarihinde, Nükleer Düzenleme Kurumunun görev ve teşkilat yapısında değişiklik içeren 5 madde, AKP döneminin yasa yapma usulü olan, içerisinde birbirinden farklı 12 kanunun yüzlerce maddesinin yer aldığı torba yasa teklifiyle Genel Kurula getirilmiş; nükleer enerji gibi milyonda bir risk analizlerinin bile akademik düzeyde, bilimsel yöntemlerle, defalarca değerlendirilmesi gereken bir konu, ciddiyetten uzak ve emir komuta anlayışı içerisinde TBMM Genel Kurulunda, 600 vekilin 250’sinin katıldığı ve toplam yirmi dakika süren bir oylamayla, 36 ret oyuna karşılık kabul edilmiştir. İşin daha vahim tarafı da Nükleer Düzenleme Kurumu teklifi TBMM Genel Kurulunda kabul edilmeden önce üyelerin yenilenerek göreve başlamaları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin işlevinin ve saygınlığının hiçe sayılması olmuştur. AYM’nin iptal kararı, bu anlamda, TBMM’nin saygınlığını hatırlatması bakımından da önemlidir. Bu anlamıyla, Nükleer Düzenleme Kurumu… Yani öncelikle nükleer santrallerin, bu projelerin derhâl durdurulması ve bu kurumların derhâl ortadan kaldırılması gerekiyor. Yani bizim nükleer piyasasına, nükleer enerji meselesine doğrudan bakışımızın bu olduğunu ifade etmek isterim.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşaatı kamuoyundaki büyük tepki ve temelde çatlaklar oluştuğuna yönelik haberlerle toplumda oluşan endişe ve kuşkulara rağmen ısrarla sürdürülmektedir. AYM kararı, santralin 3’üncü ünitesinin temel atma töreninin hemen öncesine denk gelmiştir. AYM kararıyla birlikte, bilim insanlarının uyarıları ve kamuoyunun görüşü dikkate alınarak nükleer santral projesi iptal edilmelidir. Ayrıca, AYM kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesinin öngörülmesi doğru bir karar değildir; aslolan, Nükleer Düzenleme Kurumunun bir an önce kapatılmasıdır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu Akkuyu Nükleer Santrali’yle ilgili çok iddialar var. Şimdi bunlarla ilgili de birkaç bir şey söyleyeceğim. Akkuyu Nükleer Santrali Türkiye ile Rusya arasında 2010 yılında yapılan devletler arası anlaşmaya göre santralin yapım ve yirmi yıl boyunca işletilmesi Rusya Nükleer Atom Kurumunda olacak. Bununla beraber, yirmi yılın ardından da Akkuyu’nun ve hisselerinin yüzde 51’i yine bunlarda kalmaya devam edecek. Yani esasında yüzde 51’i elinde tutmak demek tümüyle sahibinin kim olduğunu ortaya koyan bir yaklaşımdır.

Şimdi, diğer taraftan, bu nükleer santral Türkiye’nin elektriğin ihtiyacının ne kadarını karşılıyor? Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 2019’da 290 milyar 445 milyon 456 bin kilovatsaat elektrik tüketilirken bu sayı 2020’de yüzde 0,14 artarak 290 milyar 856 milyon 21 bin kilovatsaate çıktı. Talep artışı dikkate alındığında santralin tam kapasiteyle faaliyete geçeceği 2026’da tüketimin 452 milyar kilovatsaat olması bekleniyor. Bu durumda, toplam 35 milyar kilovatsaat üretim yapacak olan santralin tüketimin yalnızca yüzde 7,7’sini karşılayacak, zaman geçtikçe santralin payındaki düşüş devam edecek. Örneğin, santralin 4’üncü yılında yani 2030 yılında elektrikteki üretim payı yüzde 6,3’e, 2040’ta ise yüzde 3,9’a gerileyecek.

Peki, santral devreye girince elektrik üretimi yani elektrik fiyatları ucuzlayacak mı? Vatandaşı ilgilendiren kısmı bir taraftan bu. Elektrik fiyatlarında kullanılan yöntem, bunun maliyeti, garanti edilen alım ve anlaşmalarda belirtilen tarifelerle belirleyicidir yani Akkuyu Nükleer Güç Santrali Anlaşması incelendiğinde şu bilgileri görüyoruz: Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ yani TETAŞ aracılığıyla satın alma garantisi verilen miktardaki elektriğin her bir kilovatsaat için 12,35 sent fiyatla alacak yani 12,35 sente bu üretilen elektriği alacak. Ayrıca, TETAŞ ile proje şirketi arasında mutabakata varılan tarife kademelerinde elektrik fiyatlarındaki artış Akkuyu Projesi’nin geri ödenmesinin sağlanması amacıyla fiyat 15,33 sent kilovatsaat tavan fiyatına kadar proje şirket tarafından belirlenecek, Resmî Gazete’de yayımlanan, 6 Ekim 2010. Bu bilgi ışığında, santralden gelen elektriğin kilovat saat başına 12,35 lira-15,33 sent aralığında olacağı yani ücretin bu şekilde olacağı anlaşılıyor. Burada dikkat çekici olan fiyatın dolar cinsinden olmasıdır, dolar kurunun durumu dikkate alındığında ucuza elektrik kullanımından söz etmek mümkün değildir zaten şu anki bu bahsedilen fiyatın kendisi de ucuz bir rakam değildir.

Peki, nükleer enerji güvenliği konusunda da sözler söylendi yani “çok güvenli” falan denildi. Nükleer enerjinin güvenliği tartışmalı bir konu, kaza sayısı az olsa da riski çok büyük, olası bir kazanın yalnızca ekonomik olarak değil insan ve çevre sağlığı açısından da maliyetini hesaplamak için ekonomi biliminin sınırları dâhi buna imkân tanımadığını ifade etmek isterim. Örneğin, 1980’de patlayan Çernobil Nükleer Santrali’nin dolaylı etkileri hâlâ sürüyor. Birçoğumuzun etrafında bu Çernobil’den etkilenen insanlar mutlaka vardır, benim de ailemde bu Çernobil nükleer kazasından kaynaklı olarak hastalıklara yakalanan akrabalarım, yeğenim var. Benzer biçimde, 2011’de, Japonya’da meydana gelen Fukuşima Nükleer Santrali patlamasının doğrudan ve dolaylı etkileri de doğa ve canlılar üzerinde olumsuz etkisi devam ediyor. Bu noktada, nükleer enerji kaza sayısı az olmakla birlikte riski çok yüksek. Tabii, dahası şöyle bir şey de var: Santral kazasız çalışırken bile yani hiç kaza yapmadı, hiçbir şey yok, böyle çalışırken bile çevreye radyoaktif toz saçacağı için Mersin’de yetişen çilek, muz gibi gıdalara “radyoaktif atık içerir” etiketi getirilecek. Yani buradaki tarım alanları ve Mersin’in önemli üretim yani tarımdaki üretim malzemeleri de ciddi anlamda sıkıntıyla karşı karşıya kalacak. Peki, niye tercih ediliyor bu Türkiye açısından? Türkiye enerji konusunda, geleneksel kaynaklar, petrol, doğal gaz ve kömür açısından enerji fakiri bir ülke; bununla beraber Türkiye’nin güneş, rüzgar, su gibi kaynakları açısından zengin bir potansiyeli var, su tartışmalı tabii yani. Bu noktada, riski yüksek ve 22 milyar dolara mal olacak bu projenin yani nükleer enerjinin neden tercih edildiği de açıkçası soru işareti olarak duruyor. Tabii, burada, yenilenebilir enerji tartışmaları yapıldı hem daha öncesinde de hem çeşitli kanunlarda da. Şunu ifade etmek isteriz ki şu anda Türkiye’nin ürettiği elektriğin, yenilenebilir enerji kapsamındakilerin büyük çoğunluğu hidroelektrik santrallerinden elde edilen elektrik. Artık şunu çok net ortaya koymamız gerekiyor yani bizim şunu kabul etmemiz gerekir: Hidroelektrik santraller yenilenebilir bir enerji kaynağı değildir. Yani başlangıçta böyle düşünülmüş olsa bile, bu kapsama alınmış olsa bile gelinen noktada, su sıkıntısının çekildiği, su kıtlığının yaşandığı, iklim değişikliğinin ve kuraklığın yaşandığı bir ortamda artık bu akarsulardan, derelerden, çaylardan HES’ler aracılığıyla elektrik elde etmeye çalışmak da doğru bir tercih değil. Diğer taraftan, HES’ler, bir beton yatırımı, tümüyle beton yapılaşmasından ibaret yatırımlardır. Dolayısıyla HES’ler, “Yenilenebilir enerji kaynaklarımızı şu kadar artırdık, bu kadar artırdık.” diye ifade etmeyi çok karşılayan bir durum değil.

Bir diğer soru da nükleer atıklar meselesi. Yani diyelim ki nükleer santral çok iyi çalıştı, hiçbir sıkıntı yok, hiçbir kaza yapmadı ve benzeri bir şey yok; bütün bunlara rağmen nükleer atıkların ne olacağı, bu da başa bela ciddi bir durum yani. Nükleer santralle elektrik üretimi sonrasında ortaya çıkan atıklar var. Ciddi düzeyde zararı olan bu atıkları dünyada henüz ortadan kaldırabilecek bir teknoloji ve imkân yok. Bu noktada ülkeler bu atıkları ya kendi ülkelerinde ya da üçüncü bir ülkede depoluyorlar. Akkuyu Nükleer Santrali’nde ortaya çıkan nükleer atığı Rusya almayacak tabii ki, Türkiye’de kalacak. Şu ana kadar konu hakkında net bir açıklama yapılmıyor olsa da atıkların Akkuyu’daki su depolarında ya da Toroslarda kalacağı tahmin ediliyor ki bu da başa bela bir durum yani.

Şimdi, bu Akkuyu Nükleer Santrali daha yapımına başlanmadan can almaya devam ediyor arkadaşlar yani henüz faaliyete geçmeden -yapımına başlamadan demeyeyim- can almaya başladı. Geçen gün işçi servisinin kaza yaptığını hepimiz duyduk, okuduk. Yani netice itibarıyla, burada iş güvenliği konusunda da ciddi zafiyetler söz konusu. Diğer taraftan, burada çalışanların beyanları var yani “drone”larla takip ediliyorlar; 10 bine yakın işçinin çalıştığı şantiye, bir ucundan başka ucuna yürüyerek gidilemeyecek devasa bir şantiye ama işçilerin çok ilkel koşullarda çalıştırıldığı bir şantiyeden söz ediliyor. Henüz gezip görme imkânı yok buraya. Söylediğine göre… Demin, vekil arkadaş ben konuşurken buradan laf atıyordu, dedi ki: “Orası Rusya toprağı, sen nasıl gideceksin ki?” İşin ironi tarafı burası yani orada ne olup ne bittiğini de açıkçası bilemiyoruz, böyle bir durum da söz konusu. Şimdi, burada işçi ölümleriyle ilgili iddialar var arkadaşlar, bunların araştırılması gerekiyor, Akkuyu Nükleer Santrali’nde.

Diğer taraftan, Akkuyu Nükleer Santrali’nde bir patlama meselesi vardı, yarıklar, çatlaklar ve benzeri şeyler. Bununla ilgili birçok arkadaşımız soru önergeleriyle konuyu gündeme taşıyıp cevaplar almaya çalıştı. Şimdi, bana şöyle bir cevap geldi bu soru karşısında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından; bir taraftan deniliyor ki: “Akkuyu Nükleer Güç Santrali sahasında yürütülen faaliyetler sırasında ihtiyaç duyulan alanlarda mevzuat uyarınca, izin verilen sınırlar çerçevesinde planlı patlamalar yapılmaktadır.” Yani izin verilen çerçevede planlı patlama ve devam ediyor cevap: “Sorumlular hakkında idari soruşturma ilgili kurumlar tarafından başlatılmış olup…” Ya, bir dakika, neyin sorumluları? Şimdi, sen “İzin verilerek patlama yapılıyor.” diyorsun, arkasındaki paragrafta da diyorsun ki: “Sorumlular hakkında idari soruşturma ilgili kurumlar tarafından başlatılmış olup soruşturmanın yakın zamanda sonuçlanması beklenmektedir.”

TACETTİN BAYIR (İzmir) – Bir suç oluşmuş.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yani ortada bir suç var demek ki, yani söylediğiniz gibi değil demek ki. Yani verdiğiniz cevap burada, bu sizin gönderdiğiniz cevap bize, benim soru önergeme vermiş olduğunuz, Fatih Dönmez, Bakan imzasıyla verilen cevapta böyle deniliyor. Bir taraftan “izinli patlama” deniliyor, öbür taraftan da “Sorumlular hakkında inceleme başlatıldı.” deniliyor. “Bölgede ilgili yetkililer tarafından hasar tespit çalışmaları yapılmakta ve vatandaşlarımızda oluşan zararlar proje şirketi tarafından giderilmektedir.” filan diye birbiriyle çelişen cevaplar içeriyor. Bu da bize şunu gösteriyor: Orada hakikaten kapalı kapılar ardında bir şeyler oluyor yani garip bir şeyler oluyor ve biz burada da ne olduğunu bilmiyoruz.

Şimdi, bir de işin tuhaf tarafı şu: Ya, insanlar buna itiraz ediyor, bir sürü sebepten dolayı itiraz ediyor. İşte, işçi diyor ki: “Benim iş sağlığım söz konusu değil.” Ondan sonra, çevre örgütleri diyor ki: “Ya, burada başucumuzda böyle bir sıkıntı istemiyoruz, böyle bir nükleer santral istemiyoruz.” Tarım üreticileri diyor ki: “Bizim tarım faaliyetlerimiz engellenecek, ürünlerimizi satamayacağız ya da defolu ürün hâline gelecek -açıkçası- onun üzerine o etiketi yapıştırdığın zaman.” Şimdi, bütün bunlardan kaynaklı itiraz ediyor ve bununla ilgili basın açıklamaları yapıyorlar, zaman zaman işte toplantı yapıyorlar filan. Şimdi, peki, Hükûmetiniz ne yapıyor? Mersin’de Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne karşı, açıklamaya karşı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefetten dava açılıyor yani vatandaşın, insanların, siyasi partilerin, kurumların, örgütlerin, derneklerin, vakıfların buradaki yapılan işe yönelik itirazlarını dile getirmesine de tahammül yok ve bunlara karşı da bir dava süreci çalıştırılıyor.

Şimdi, burada enerjiyle ilgili olarak çok konuştuk yani “Çok konuştuk.” derken geçmiş toplantılarımızda konuştuk.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ali Bey, bu toplantıda da geçerli olabilir söylediğiniz.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, yok bu toplantıda daha konuşmadık, daha yeni başladık yani.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Teşekkürler.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Daha yeni başladık.

Şimdi, önceki toplantılarda konuştuk…

MURAT ÇEPNİ (İzmir) – Lolosu var bir de.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Daha bunun lolosu da var hani, dediğin doğru.

Şimdi, enerji meselesini konuşurken hep şöyle deniliyor ya: “Ya, bu gelişmiş ülkeler nükleer santralleri yaptılar, bunlar nemalandı, işte büyük menfaatler elde ettiler. Ne yapalım yani biz de şimdi yapmayalım mı? Biz de şimdi yapalım.” Bunu Çevre Komisyonunda da dile getirmiştim, bir örnekle burada da dile getireceğim. Şimdi, şöyle bir şey yok: Yani insanoğlu hafızayı aktarabilen bir canlıdır. Dolayısıyla, birtakım hataları doğrudan bizim yapmamız gerekmiyor, bizden önce yaşayan insanların yapmış oldukları birtakım işlerden sonuç çıkartmamız ve tecrübe etmemiz gerekir yani tecrübe böyledir. Bizim yaşamımız boyunca oluşturduğumuz bütün şeylerden ibaret değildir tecrübe, bizim dışımızdaki insanların da, ülkelerin de, toplulukların da yaşadıkları olaylar bize bir tecrübedir. Biz bundan sonuç çıkartırız ve buradan iyi sonuçlar çıkartmamız gerekiyor yani “Onlar yanlış karar aldılar, onlar bu hatayı yaptılar, çevrenin içine ettiler -tabiri caizse- e, şimdi biraz da biz yapalım bu işi.” Ya, böyle bir şey yok. Sonra ne oluyor? Şimdi, örneğin, konuyla ilgilenenler haberleri görüyordur; ülkeler -yani kim bunlar; Çin, İngiltere ve benzeri- yapay güneş denemeleri yapıyorlar ve nükleer füzyondan enerji üretme peşindeler. Bunu şunun için söylüyorum: Yani biz birtakım enerji adımlarını yirmi yıl, otuz yıl ya da teknolojik adımları yirmi yıl, otuz yıl geriden takip ediyoruz. Yarın öbür günde şunu diyeceğiz: “Ya, bu füzyonu biz de kuralım. Belki bu füzyonda kötü bir şey olacak ama onlar yaptılar, otuz sene sonra biz de alalım, bunu uygulayalım.” Şimdi, bu işlerin öncülüğünü yapamıyoruz; bununla ilgili yeterli bilimsel çalışmaları, bilim kurullarını, bağımsız üniversiteleri, bilim insanlarını yetiştiremiyoruz, yetiştirdiğimiz gençlerimizin hepsi yurt dışına gidiyorlar. Dolayısıyla, buradan kaynaklı olarak da bütün bu gelişmelerin gerisinde kalıyoruz, sonra da diyoruz ki: “Aman canım, onlar yaptı, dünyayı kirlettiler, e biraz da biz kirletelim.” Şimdi, bu doğru bir yaklaşım değil arkadaşlar ve kabul edilebilir bir yaklaşım da değil. Bu anlamıyla, sonuçta nükleer santrallerin birçok yerde kazaları oldu, işte anlattık Çernobil’i, Fukuşima’yı, bunun dışındaki ülkelerde de kazalar var ve çok ciddi bir şekilde… Bu kazalar şöyle değil yani arkadaşlarımız şöyle örnekler veriyorlar, sabah Komisyonda söylemişlerdi: “Canım, uçak da kaza yapabiliyor, araba da kaza yapabiliyor ve insanların yaşamlarını etkileyebiliyor.” filan. Şimdi, bu böyle değil yani bu, sadece o andaki kaza yapan insanı etkileyen bir şey değil. Şimdi, sen araba kullanıyorsun, kaza yaptın, seni ve o anki yaşam içerisindeki durumu etkiliyor ama bu nükleer santrallerdeki oluşan kazalar, bizden sonraki nesilleri etkiliyor yani. Sadece bizimle sınırlı değil, bu bizim hatamızdı, cezasını biz çekelim, kurtulalım diyebileceğimiz bir şey değil. Bizden sonraki nesilleri de etkileyen ve onları da ciddi bir şekilde sağlıklarını, yaşamlarını etkileyebileceğimiz bir tercihtir bu yani bir hata da değil. Bizim açımızdan bu bir tercihtir; siz, bunu tercih ediyorsunuz, bu şekilde yapmayı tercih ediyorsunuz ve bunu söylerken de biraz da biz bu dünyayı kirletelim, ne yapalım biz de biraz da bu yolla zengin olalım mantığını ortaya koyuyorsunuz, genel olarak yaklaşım böyle. Yani Karadeniz’deki kanser vakalarının artışından bahsetmeye gerek yok, bunu hepimiz biliyoruz, en azından yaşamımızdan biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, şöyle notlarıma bakayım hızlıca, Başkan bayağı yoruldu dinlemekten herhâlde.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Sıkıntı yok da hani biraz değişiklik olsun, bir arkadaşımız söz alsın, tekrar size geçelim mesela.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Öyle mi? tekrar söz verecek misiniz?

Şimdi, arkadaşlar, sonuçta bu enerji meselesi bir bütün olarak bizim eleştirdiğimiz işte elektrikle ilgili sıkıntılar yaşadık, doğal gaz ve benzeri şeylerde sıkıntılar yaşadık. Biz bütün bu enerji işinin devlet eliyle yürütülmesi gerektiğini savunuyoruz. Dağıtımından, üretiminden, iletiminden, bütün aşamalarıyla enerji, maden gibi meselelerin devlet eliyle, kamu eliyle yapılması gerekiyor çünkü bunlar ticari mantıkla bakılabilecek şeyler değildir. Dolayısıyla, bunlara ticari bakamayız, bunlar hayati önem taşıyan konulardır ve ülkelerin temel politikaları içerisindeki konularıdır.

Şimdi, dolayısıyla, bu Paris İklim Anlaşması’nda şöyle bir şey ifade ediliyor yani bundan övünerek, övünülerek anlatılıyor falan, böyle değil arkadaşlar. Paris İklim Anlaşması’nın kendisi zaten tartışılan bir şey de apayrı bir konu ancak onun dışında bizim Paris İklimi Anlaşması’nı Meclise getirmemiz yani sizlerin Meclise getirmesi ve bunun kabul edilmesi meselesi öyle çok çevreciliğinizden falan olan şeyler değil yani yapmayın bunu. Burada bu Komisyonda bu itiraf edildi, burada konuşuldu. Bu mesele sizin sadece o ticari masada yani o Paris İklim Anlaşması’ndan kaynaklı olarak oluşan bir ticari sistem içerisinde masada nasıl otururuz derdiyle Meclise getirilmiş ve kabul edilmiş bir şeydir yani.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Ali Bey, Meclisin iradesini sorgulamayalım. Meclis bunu kabul etti.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, yok. Ben kabul oyu verdim ve hepimiz kabul verdik, oy birliğiyle geçti hatırlıyorsanız yani hiçbir tane hayır yoktu. Ben Meclise getiriliş meselesini söylüyorum. Çünkü yıllarca bekletildi bu ve biz hep çıktık kürsülerden dedik ki: Paris İklim Anlaşması’nı niye getirmiyorsunuz? Niye bekletiyorsunuz? Niye onaylamıyoruz? dedik, dedik siz en sonunda -şimdi yeri hatırlayamadım- o toplantıda, Paris İklim Antlaşması’nı imzalamak koşuluyla katılabilecek o uluslararası toplantıda, masa masada yer edinebilmek için o yasayı getirdiniz ve biz Mecliste onayladık ve evet oyu verdik.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Glasgow demek istediniz.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, evet aklıma gelmedi, evet Glasgow. Yani Glasgow’daki ticari anlaşmalarda yer alabilmek için gelmiş bir şeydir. Yani biz Paris İklim Anlaşması’nı Meclise de getirdik, onaylattık, böyle çevreciyiz, şöyle çevreciyiz demeyin arkadaşlar. Bu Komisyonda konuşuldu, bütün sebebinin ticari mesele olduğu, yine kâr olduğu burada anlatıldı yani burada itiraf edildi. Bunu da size tekrar hatırlatıyorum ve şunu ifade edeyim: Biz her şeyden önce -bitiriyorum Başkan- bu kanunların bu şekilde gelmesinden rahatsızız arkadaşlar. Milletvekilliğinin saygınlığı, milletvekilinin bir işe yarayıp yaramama meselesi. Yani tekrar olsun istemem önceki Komisyon tutanaklarında var. Ancak kanunları biz hakikaten tartışarak ki bizim teknik bir komisyon burası yani siyasi bir komisyon değil, konuştuğumuz konular da daha çok teknik konular oluyor. Dolayısıyla, bu konuları müzakere edebiliriz yani hepimizin hayrına işler bunlar, bunları müzakere edebiliriz. Bunları müzakere imkânı tanınması gerekiyor buradaki milletvekillerine ve dolayısıyla bu müzakerelerle bu kanunların çıkarılması gerekiyor. Bakın, bu Komisyondan çıkan ve Genel Kurula giden kanunlar da oy birliğiyle geçiyor genelde, biliyorsunuz yani. Ya, itiraz etmiyoruz, burada eksiklerimizi söylüyoruz. Zaman zaman da -gerçi sizin döneminizde hiç olmadı Sayın Başkan ama Sayın Elitaş döneminde oluyordu- itirazlarımız karşısında kimi maddelerde değişiklik yapılıyordu, kimi maddeler çıkarılıyordu, vallahi daha size hiç nasip olmadı, onu söyleyeyim.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ – Size ihtiyaç olduğunda yapıyoruz Ali Bey.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, yok yapmadınız, daha hiç görmedik.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sağlıkçılarla ilgili yaptılar…

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Dolayısıyla biz de hani esasen bunun doğru bir yöntem olmadığını, bunu buraya getirenlerin, -hani sizler açısından Komisyon üyelerimiz, Komisyon Başkanımız açısından söylemiyorum arkadaşlar- netice itibarıyla bu dayatmayı, bu psikolojik baskıyı, zaman doldu bitiyor, ne yapalım meselesinin psikolojik baskısını bu Meclise yaşatanların doğru yapmadığını ve Meclisin saygınlığını gerçek anlamda düşürdüklerini ifade etmek istiyorum ama bu bir daha tekrarlanmasın. Bu anlamıyla, belki sırf bu nedenle bir nükleer konusundaki itirazlarımızı dile getirdik. Bugün bu kanuna elimizden geldiğince muhalefet edeceğiz; 29 maddede 29 tane önergemiz var, her birine önerge veriyoruz, her birinin de gerekçelerini detaylıca açıklayacağız, hepsini ifade edeceğiz. Vallahi size… “Ne yapalım getirdik, haydi gidelim.” kabul etmiyoruz yani bunu söyleyeyim.

Teşekkür ederim.

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu