Konuşmalar

‘Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi’ üzerine konuşan Kenanoğlu: Kanunların toplumun ve doğanın geleceğini koruyan bir yerden yapılması gerekiyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, ‘Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi’ üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Çevre Komisyonu’nda konuştu. 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle kurulan Nükleer Düzenleme Kurumu hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararını hatırlatan Kenanoğlu, nükleer enerjinin risklerine değinerek kanunların toplumların ve doğanın geleceğini koruyan bir yerden yapılması gerektiğini ifade etti.

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır.


28.02.2022 tarihli ÇEVRE KOMİSYONU

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Şimdi, milletvekilliğinin saygınlığını artırma meselesi önemli, çok önemli bir konuya vurgu yaptınız. Şimdi, milletvekillerini sokağa çıktığımızda, işte, halkın arasında gördüğümüzde ya da kamuoyundaki tartışmalarda milletvekilliğinin saygınlığının artırma meselesinin neye tekabül ettiğine baktığımız zaman ya bir işe yarayıp yaramamakla ilgili bir şeydir. Yani bir vatandaş açısından bir milletvekili, onun derdine çare olabiliyorsa, onun sıkıntısını çözebiliyorsa, onun sesine ses olabiliyorsa o zaman bir saygınlığı oluyor. Fakat milletvekillerini ya da milletvekilliği makamının bir bütün olarak bu kurumun işlevsiz hâle getirilmesi, hiçleştirilmesi tam tersine saygınlığı düşüren bir noktaya evriliyor. O nedenle, biz milletvekilliğinin saygınlığını artırmamız gerekiyor -ki gerekiyor- çünkü seçilmişleriz ve halkın temsilcisiyiz dolayısıyla bir işe yaramamız gerekir yani bu işe yaramak kavramının bu kanunla çok alakası var.

Şimdi, cuma günü komisyonlara geldi kanun ve arkasından pazartesi günü toplantı, önce tali komisyon olarak Çevre Komisyonunda, saat 16.00’da -bakın, şu anda burada konuşulacak, maddelerin tümü tamamlanacak, ondan sonra şerhler yazılacak, verilecek- ana komisyona gidecek yani Enerji Komisyonuna gidecek. Ben, Enerji Komisyonu üyesiyim, o vesileyle burada olduğumu ifade etmek istiyorum. Şimdi, saat 16.00’dan itibaren de biz orada onu görüştüreceğiz, muhtemelen Komisyon Başkanımız da -tıpkı siz burada nasıl zor durumda kalıyorsanız- bize orada ricada bulunacak yani bir an önce bitirelim diye. Yani, buradan bir saygınlık çıkmaz yani buradan milletvekillerine bir saygınlık çıkmaz çünkü hazırlanmış, gelmiş, bir günde… Yani arada cumartesi, pazar var, doğal olarak seçim bölgelerimizdeydik, çeşitli kimi etkinliklere, çalışmalara katıldık, danışmanlarımızın insani şeyleri vardı, cumartesi pazarları kullandılar falan… Dolayısıyla doğru dürüst -hani arkadaşlar alınıyorlar ama- ya hiçbirimizin teknik olarak bu yasaya bu kadar derinlemesine hazırlanabilme imkânımız yok, mümkün değil bu yani bu kadar kısa süre içerisinde. Pazartesi sabah 10.00’da toplantı, cuma günü vekillere de geldi, bize geldi ve pazartesi sabah 10.00’da toplantı. Şimdi, bu, ya hayatın olağan akışına aykırı bir durum yani arkadaşlar, biz şöyle hazırız, şudur, yok yani bu mümkün değil. Dolayısıyla, buradan da bir saygınlık çıkmıyor yani saygınlık böyle olmuyor. Bunun vaktizamanında, yeterli süre içerisinde komisyonlara, vekillere iletilmesi gerekir, kamuoyunda tartışılması gerekir. Bunun muhatabı olan yani bu yasanın muhatabı olan sadece kurumlar değil ki yani insanlar bunun muhatabı bir taraftan, bu kanunlardan etkilenen insanlar var ve bu insanların örgütlü olduğu sivil toplum kuruluşları var yani bir araya gelerek kendilerini ifade ettikleri. Örneğin onlar niye yok burada, yani onlara gönderiliyor mu? Muhtemelen, şimdi Enerji Komisyonunda da olmayacaklar çünkü Komisyona sordum öyle bir girişim yok. Dolayısıyla, esasında biz bu kanunları, işte, burada kendi aramızda ya da daha doğrusu şöyle: Kendi aramızda değil, bizim bir katkımız yok bu kanunda. Sonuçta kanun bir yerde hazırlandı… Yani kanunu sunan arkadaşların katkısı vardır, yoktur ben onu bilemem, mutlaka kendileri hazırlayıp imzacı olduklarına göre işin içindedirler ama netice itibarıyla kamuoyuna ve vekillere cuma günü gönderildi. Yani kamuoyuna gönderilmedi, vekillere gönderildi, biz kamuoyuyla paylaşabildik ancak. Şimdi, dolayısıyla buradan verimli bir yasa çıkması, buradan bir sonuç elde edilmesi ve halkın yararına, toplumun faydasına bir iş çıkması beklenemez ve buradan milletvekillerine bir saygınlık falan çıkmaz yani esas milletvekilinin saygınlığının düşürülmesini tartışacaksak bunu tartışmamız gerekiyor, bu kanun yapma usulünü tartışmamız gerekiyor. Hakikaten, biz milletvekili olarak bir işe yarayalım, hepimiz açısından söylüyorum bunu yani iktidarı da muhalefeti de… Bir işe yarayalım; tartışalım, konuşalım, eksiğini gediğini bulalım, yanlışını söyleyelim, düzeltmeler olsun, bilmem ne olsun. Arkadaşlar en nihayetinde şöyle değil yani, birtakım eleştiriler muhalefete şöyle geliyor: “Ya, siz enerjiye karşısınız; elektriği kullanmayacak mısınız?” Ya, niye karşı olalım? Telefon kullanıyoruz, internet kullanıyoruz, elektrik kullanıyoruz; bu dünyada, bu coğrafyada, bu ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla, bütünüyle böyle bir karşıtlık yok yani bu ezber, sloganlaşmış, muhalefetin muhalefetini hiçleştirmek için söylenmiş bir sözdür; ne şirketlere karşıyız ne enerjiye karşıyız ne de bu hayatın devamını oluşturabilecek faaliyetlere ve icraatlara karşıyız. Karşı olduklarımız çok açıktır; şirketlere hangi anlamda karşıyız, bunu arkadaşlarımız da dile getirdiler ve bu konuda… Örneğin, enerji konusunda da -yani madenler konusunda da, enerji konusunda da- biz baştan şunu söylüyoruz: Bunlar, şirketlerin kâr hırslarına bırakılmamalı. Şirketler en nihayetinde kârını düşünür, ya bu kadar basit. Biz Maden Kanunu çıkarırken Enerji Komisyonunda bir tartışma yapıyorduk -şirket temsilcileri var, işte, maden şirketlerinin derneği falan- dediler ki: “Biz altını sadece ormanlık alanların yüzde 3’ünden çıkarıyoruz.” Ya, çıkarma o zaman; madem sadece yüzde 3’üyse bırak o da orada kalsın çünkü o ormanın, o ekosistemin bu coğrafyaya, doğaya, insanlara, bizim geleceğimize, canlıların geleceğine faydası var. O altını çıkarmak zorunda mısın? Ama şirket böyle bakıyor, diyor ki: “Orada altın var ve benim çıkarmam lazım.” Niye? “Kâr edeceğim.” Şimdi, dolayısıyla, biz şirketlerin baktığı yerden meselelere bakamayız.

Çevre Komisyonu niye var? Çevre Bakanlığı niye var? Aslında olması gereken şudur: Hani bazen Aile Bakanlığı yapar bunu, bir kadına şiddet olduğu zaman, bir çocuğa yönelik bir şiddet olduğu zaman davaya mağdur lehinde taraf olur. Ya, Enerji Bakanlığı -hadi Enerji Bakanlığını geçtim- Çevre Bakanlığı, Çevre Komisyonu -bilmiyorum hukuken böyle bir yetkisi var mı ama en azından Bakanlık açısından- bir çevre felaketinde köylü ile enerji şirketi arasındaki bir davada bugüne kadar hiç köylüden yana taraf olmuş mu? Hiç böyle bir örnek var mı? Yok. Tam tersine, şirketten yana taraf olmuş yani hukuken olmamış ama gitmiş ona destek olmuş; kanunları onun lehinde çıkarmış; polisi, jandarmayı göndermiş; köylüyü dövdürtmüş, coplattırmış; bu ülkenin askerini şirketin güvenlik personeli gibi kullanmış. Girin, bakın, basında bunun örnekleri çokça var; eğer “Yok.” diyorsanız ben size toplayıp göndereyim ayrıca dosya olarak.

Şimdi, dolayısıyla, bütün bunlara baktığımız zaman bizim, enerji açısından da madenler açısından da tümüyle toplumun ve bu doğanın geleceğini koruyan bir yerden kanun çıkarmamız gerekir, bakış açısını buradan oluşturmamız gerekir. Yani, Enerji Bakanlığı şirketleri düşünüyor olabilir bir taraftan hani bir mantık çerçevesiyle ama Çevre Bakanlığı, Çevre Komisyonu tümüyle doğanın ve doğasını korumaya çalışan vatandaşın yanında bir yerde konumlanmalıdır. Ya, bana çok enteresan geliyor Çevre Bakanlığının bugüne kadar hiçbir davada taraf olmayışı.

Şimdi, dolayısıyla, bu tartıştığınız kurum yani Nükleer Düzenleme Kurumu… Kim kurmuş bu kurumu? Bir kanun hükmünde kararname yapılmış. Milletvekilleri mi kurdu, biz mi kurduk yani? Şimdi, buradan bir saygınlık çıkar mı? Yani ülkenin önemli bir kurumu kuruluyor ve KHK’yle kuruluyor. Sonra, Anayasa Mahkemesine başvuruluyor, dava açılıyor ve Anayasa Mahkemesi iptal ediyor; ondan sonra şimdi Meclise geliyor “Bunu kanunlaştırın.” diye. Yani, atamaları yapılmış, görevlendirmeleri yapılmış, bilmem nesi yapılmış, her şeyiyle işlemleri tamamlanmış; biz sadece el kaldıracağız ya da itiraz edeceğiz, hepsi bundan ibaret yani muhalefet edenler itiraz edecekler, iktidardakiler “Evet.” diyecekler ve böyle bir kanun çıkacak. Şimdi, dolayısıyla, buradan Meclise ve milletvekillerine de bir saygınlık çıkmaz arkadaşlar, bu Meclisi baypas etmek demektir yani Meclisi devre dışı bırakmak demektir. İnanın, bugün sokağa çıkın -yani hep birlikte çıkalım, çıkıyoruz çeşitli vesilelerle- kamuoyunda bir yoklama yapın, şunu sorun, deyin ki: “Ya, bu Meclisi feshedelim, milletvekillerini de evlerine gönderilim.” Vallahi billahi vatandaşın çoğunluğu “evet” oyu verir buna. Niye? Kamuoyunda şöyle bir algı var: “Zaten bir işe yaramıyorlar ki sadece maaş alıyorlar, bir sürü masrafları var, 3 danışman çalıştırıyorlar, ondan sonra biz onları besliyoruz.” Genel algı böyle, niye böyle? Çünkü bir işe yaramıyoruz. Niye işe yaramıyoruz? Çünkü kanunlar hazırlanıyor, geliyor, biz sadece el kaldırıyoruz. O nedenle, buradan Meclise bir saygınlık çıkmaz arkadaşlar, milletvekillerine yani bizlere de bir saygınlık çıkmaz yani Meclisin ve milletvekillerinin saygınlığını koruyacaksak önce bu Meclisi hakikaten kanun yapan, kanunların tartışıldığı ve uygulamaya konulduğu yer olarak düzenlememiz ve tasarlamamız gerekir. Tıpkı konuştuğumuz kurum gibi İletişim Başkanlığı, Devlet Arşivleri Başkanlığı, Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı da KHK’yle kurulmuş ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve şu anda kanunsuz kurumlardır. Bunlarla ilgili henüz kanun da çıkarılmadı. Bir torba kanunla getirildi sonra ekim ayına bırakıldı, şu anda kanunları da yok bu kurumların yani böyle bir sistem. Biz “Ucube sistem” dediğimiz zaman kızıyorsunuz da hakikaten ucube sistem yani Kanunu olmayan kurumlarla yönetilen bir ülkedeyiz. “Olur mu ya? Kanun devletiyiz.” diyoruz. “Hukuk var.” diyoruz, “Yargı var.” diyoruz hani, yoksa bile “Var.” diyoruz; ha, diyorsak bunun en asgarisini oluşturmamız gerekmez mi? Bunu savunan bir yerde durmamız gerekmez mi? Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti, hiç olmazsa biraz Meclisin saygınlığını koruyabilecek bir şey yaptı ortaya ancak biz bunun gereğini yine yapamıyoruz çünkü cuma günü gelmiş, bugün Komisyonlardan geçecek ve çarşamba günü Genel Kurula gelecek bu kanun yani böyle tasarlanıyor. Çarşamba günü Genel Kurula gelecek ondan sonra görüşülecek, onaylanacak, bitecek, kanunlaşacak filan; hepsi bu. Buradan Meclise bir işlev de çıkmaz, milletvekillerine bir itibar da çıkmaz. Öncelikle tümüyle bunu kabul eden, bu yasanın bu şekilde komisyonlara gelmesini, komisyonlardan bu şekilde geçmesine onay veren bütün arkadaşlarımızın açıkçası en başta kendilerine karşı bir saygısızlık ettiğini düşünüyorum. Yani bu şekliyle buna hep birlikte itiraz etmemiz gerekirdi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii, nükleer santrallerle ilgili bizim arkadaşlarımız görüşlerimizi dile getirdiler. Bu çalışmalara, bu işlemlere tümüyle karşı bir yerden duruyoruz, gerekçelerini de söyledik; hem ekonomik olmayışı hem yol açacağı felaketler hem de esasında temiz bir enerji kaynağı olmayışıyla ilgili bir şey var. Şimdi, bakın, Rusya ile Ukrayna savaşında bu işin içerisinde hassasiyet besleyen insanlar çok tedirgin oldular “Acaba Çernobil’de bir şey olacak mi?” diye. Yani ciddi bir tedirginlik yarattı hepimiz üzerinde çünkü Çernobil’in felaketleriyle karşı karşıya kaldık. Benim de yeğenim o süreçte lösemi hastası oldu, Çernobil’deki o süreçte, onun akabinde yani her birimiz bulunduğumuz yerlerde bunun açısını çektir arkadaşlarım; bu, böyle kolay bir mesele değil. Hakikaten biz burada bazen kendi kendimize soruyoruz, diyoruz ki: “Niye konuşuyoruz ki zaten bir şey olmuyor zaten bu geçecek, gidecek.” Ama sonra arkadaşlarla tartışırken diyoruz ki: “Yok, öyle değil. Biz tarihe bir not düşüyoruz.” Bakın, bunların hepsine açılacak, bakılacak. Nasıl o çay içen bakana, insanlara o çayı içmeyi teşvik eden bakana bugün herkes kendince bir laf söylüyor, kendi dünyasından; hakikaten bu notlara da bakılacak “Ya, bu yasa konuşulurken kim ne demiş, kim neyi savunmuş, hangi oyu vermiş, neler söylemiş?” diye. Biz burada tarihe, çoluğumuza çocuğumuza, torunlarımıza bir not bırakıyoruz ve diyoruz ki: Biz bu işe karşıydık ve bunun çıkmaması için de mücadele verdik en azından “hayır” oyu kullandık, karşı konuşma yaptık, uyardık, ikaz ettik, itirazımızı dile getirdik. Şimdi, bunların hepsi, tarihin çeşitli dönemlerinde “Kim bu felaketleri ortaya koydu? Kim bu felaketlerin altına imza attı?” diye hepimizin karşısına çıkacak. Umarım, çok yakın zamanda olmaz ya da uzak zamanda olunca ne fark edecek onu da bilemiyorum ama hani, böyle bir şeyle karşılaşmayalım diyeceğiz ama atıklarının bile bir felaket olduğu bir yerde karşılaşmama imkânımız yok. Diyelim ki hiç kaza olmadı, deprem olmadı, santrale bir şey olmadı, her şey düzgün gitti; atıkları başımıza bela, o bile başımıza bela. Dolayısıyla buradan öyle bir kurtuluş söz konusu değil arkadaşlar.

Şimdi, biz bu enerji işlerinin tümüyle kamu eliyle yürütülmesi gerektiğini söylüyoruz ve şunu da ifade edeyim. Bazen arkadaşlar şunu söylüyorlar, diyorlar ki: “İşte, gelişmiş ülkeler diye ifade edilen ülkeler bu nükleer santralleri yaptılar, kullandılar, dünyayı kirlettiler. Biz niye yapmayalım?” Yani insanın şöyle bir aklı vardır belki diğer canlılardan farklı olarak: “Yaşanılan tecrübeleri aktarım” diye bir şeyi vardır yani aynı tecrübeyi bizim de etmemiz gerekmiyor. Bir komşumuz, bir akrabamız, bir eşimiz, dostumuz ya da başka ülkedeki bir insan bir mevzuyla ilgili, bir konuyla ilgili kötü bir tecrübe yaşamışsa bu tecrübeyi öğrenip onu tekrarlamamak gibi bir akla sahibiz, insan böyle bir şeye sahip. Diğer canlılarda kısmi içgüdüsel hareketler vardır ama insanın böyle bir aklı vardır. Şimdi, biz şöyle mi diyeceğiz yani? “Ya, bu insanlar, bu Avrupa nükleer santralleri yaptılar, bundan nemalandılar ama bu şöyle de felaketlere yol açtı. Bir de biz yapalım, biz nemalanalım, bizde de felaketlere yol açsın canım.” mı diyeceğiz yani? Ya, onların felaketinden ders çıkarmayacak mıyız? Yani onlar yanlış yaptı, bu işten nemalandı diye biz o yanlışı tekrar mı edeceğiz yani bakış açımız bu mu olacak? Bunu ifade etmek isterim.

Şimdi, bir taraftan, Rusya-Ukrayna -bununla bitiriyorum Başkan- savaşında dikkat çekici bir husus var. Aslında Rusya bütün dünyanın kendisine bir ambargo uygulayacağını biliyor yani başına ne geleceğini biliyor; bunlar bunu öngöremez bir durumda değil fakat Rusya neyine güveniyor? Rusya şuna güveniyor…

BAŞKAN MUHAMMET BALTA – Sayın Kenanoğlu…

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Bitiriyorum Başkan.

BAŞKAN MUHAMMET BALTA – Toparlayabilir miyiz.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Tabii, tabii, son ifadem.

BAŞKAN MUHAMMET BALTA – Yani ben bölmek istemiyorum.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Yok, ben söyledim, siz orada konuştunuz, duymadınız.

BAŞKAN MUHAMMET BALTA – Yok, yok.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Son konu bu.

BAŞKAN MUHAMMET BALTA – Toparlayalım lütfen.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sağ olun.

Şimdi, Rusya neyine güveniyor? Rusya tarımına güveniyor yani Rusya son yıllarda tarım alanlarına ciddi bir şekilde yatırım yaptı, çiftçisini destekledi, tarım üretimini destekledi ve kendi kendine yetebilen, her anlamda, tarımda kendi kendine yetebilen bir ülke hâline geldi. Dolayısıyla dünyanın her tarafında ne kadar ambargo uygulanırsa uygulansın aç kalmayacağını, kendi tarımıyla ayakta kalabileceğini hesap eden bir Rusya var karşımızda. Bizim şu anda yatırım yapmamız gereken konu: Tarımda, turizmde kendimize yetecek bir ülke hâline gelip bütünüyle bu alanları, özellikle tarım alanlarını daha kullanılabilir hâle getiren, çiftçileri destekleyen, tarım arazilerinin yok edilmesine değil, çoğaltılmasına yönelik yatırımlar yapmamız gerekiyor.

Bunları da ifade ediyorum.

Teşekkür ederim.

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu