Konuşmalar

Ticaret Bakanlığı’nın 2023 yılı bütçesi üzerine konuşan Kenanoğlu: Öncelik insan yaşamı değil, şirketlerin yaşamı!

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali KENANOĞLU, Ticaret Bakanlığı’nın 2023 yılı bütçesinin görüşüldüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konuştu. İktidarın yeni ekonomi modelini eleştiren Kenanoğlu, “Bizde öncelik insan yaşamı, toplumun bir bütün olarak kalkınması değil şirketlerin ve sermayenin güçlenmesi, karın artması, şirketlerin yaşamının öncelikli olmasından kaynaklı olarak sadece kar esas alınıyor. İş güvenliği açısından alınması gereken tedbir ve benzeri konuları ele alınmıyor.” dedi.

Konuşma tutanak metni ve videosu aşağıda yer almaktadır. 


7.11.2022 tarihli PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU

Konuşmacı: ALİ KENANOĞLU Seçim Çevresi: İSTANBUL

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın vekiller, Sayın Bakan, bürokratlar ve tüm hazırunu saygıyla selamlıyorum.

Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşuyoruz. Tabii, burada, Sayın Bakan sunumu yaparken çokça büyümeden bahsetti ve ne kadar büyüdüğümüzü anlattı. Tabii, bu konuyu biraz ele almak gerekiyor. Tabii, konuştuğumuz Bakanlık, Ticaret Bakanlığı ama bir bütün olarak ekonomiyle ilgili diğer bakanlıkların alanına giren konuları da kapsıyor çünkü soyut bir kavram değil yani Ticaret Bakanlığının iştigal ettiği konular da sadece Ticaret Bakanlığıyla ilgili bir şey değil, birbirini tetikleyen ve etkileyen diğer bakanlıklarla olan ilişkileri de var.

Şimdi, bu büyüme meselesinde, tabii, dünyada çeşitli büyüme modelleri var, bundan daha önce de bir konuşmamda bahsetmiştim. Bu büyüme modellerinden “sağlıklı büyüme” ve “sağlıksız büyüme” diye de ayırt edilenler var. Bu sağlıksız büyüme modellerinden öncelikle şöyle birkaç örnek var: Bunlardan bir tanesi, istihdam sağlamayan büyüme modeli olarak anlatılıyor. Yani ekonomik büyüme sağlamasına rağmen, rakamlar artmasına rağmen işsizlik düşmüyor, insanlar işsiz kalmaya devam ediyor hatta zaman zaman işsizlik artıyor, ekonomik veriler daha kötü çıkıyor. Bu, istihdam oluşturmadan yapılan büyüme, bunun bizde örnekleri var; çoğunlukla yandaş şirketler, holdingler ve benzeri belli kurum ve kuruluşların desteklenmesiyle oluşturulan büyüme modeli. Bu, hiçbir şekilde, toplumun büyümesine, bir bütün olarak da esasında kalkınmasına sebep olmayan büyüme modeli.

İkincisi, adaletsiz ve acımasız büyüme modeli. Bu modelde de gayrisafi yurt içi hasıla artmasına rağmen elde edilen çıktıların adil paylaşılmamasından kaynaklı olarak vatandaşa yansıyan bir büyüme, vatandaşın kalkınmasına yönelik bir büyüme yaratmıyor. Yine, dediğimiz gibi, belli şirketler obez bir şekilde büyürken vatandaşlar yoksullaşmaya devam ediyorlar ama rakamlara baktığınız zaman sanki ülkede bir büyüme varmış gibi gözüküyor ama oysa büyüyen belli bir kesim oluyor sadece, ülkenin geneline yayılan bir büyüme olmuyor.

Üçüncüsü, sessiz ekonomik büyüme modeli. Bu modelde de demokratikleşme olmadan, çok seslilik olmadan, özgür birey, özgür toplum olmadan, tarafsız ve bağımsız yargı olmadan oluşan bir ekonomik büyüme modelidir. Uluslararası iktisatçılar bu büyüme modelini de sağlıklı bir büyüme modeli olarak kabul etmiyorlar çünkü netice itibarıyla birtakım güvenilir bir büyüme yöntemi olarak da kabul edilmiyor. Genellikle monarşik yönetimler sürecince sağlanan büyüme modelleri olarak da tanımlanıyor.

Dördüncüsü, köksüz büyüme modeli. Bu modelde ülkenin sosyakültürel değerlerini yok eden, yozlaşmaya neden olan büyüme modelleri olarak da karşımıza çıkıyor.

Şimdi, diğer taraftan, olması gereken büyüme modeli ise öngörülen, sürdürülebilir, istihdam sağlayan, refah artışı sunan, bireysel özgürlükleri temin eden, toplumsal iş birliğini ve dayanışmayı sağlayan büyüme modelidir. Bu model sağlandığı takdirde bir bütün olarak ülkenin kalkınması, bireylerin kalkınması sağlanmış olacaktır, toplumun bir bütün olarak kalkınması sağlanmış olacaktır yani rakamlara takılıp kalmamız gerekiyor çünkü bazen rakamlar bize iyi şeyler gösteriyor olabilir ama bunun topluma bir yansıması olmadığı zaman vatandaş ekonomik sıkıntı çekiyorsa, enflasyon yüksekse, alım gücü düşmüşse burada bir büyümeden bahsetmek mümkün değil. Ha, birilerinin büyümesinden bahsedebiliriz, yandaşların, kimi holdinglerin, kimi şirketlerin, iktidarın çeperinde bulunan kimi yapılanmaların büyümesinden bahsedebiliriz ama bu, bir bütün olarak toplumun kalkınmasını, refah seviyesinin artmasını, sosyokültürel yapının artmasını sağlayan büyüme modeli değildir. Maalesef, bizdeki uygulanan, şu anki uygulanan büyüme modellerine baktığımız zaman çoğunlukla da burada sayılan ilk dört modelde olduğu gibi yani ülkenin hem bir taraftan belli kesimlerini büyümesini sağlayan, bir taraftan da ülkenin temel kaynaklarını da ortadan kaldıran büyüme modellerinden bahsediyoruz. Örneğin, çevreyle ilgili duyarlılık sağlamadan -en son yaşamış olduğumuz kazada yani Amasra’daki kazada da gördük- madenler çıkarılırken şununla övünüyor iktidar partisi: Ülkedeki birtakım maden çıkarma oranlarının çok ciddi bir şekilde arttığını anlatıyorlar ama diğer taraftan şu da -ben aynı zamanda Amasra Maden Araştırma Komisyonundayım- söyleniyor: Çok net bir şekilde akademisyenler, artık tüm dünyada, madenlerde ölüm olmadan maden çıkarılabileceğini anlatıyorlar. Yani şu anda bütün maden kazaları tümüyle engellenebilir, önlenebilir durumda ama bizde, maalesef, işte, öncelik insan yaşamı, öncelik toplumun bir bütün olarak kalkınması değil; şirketlerin ve sermayenin güçlenmesi, kârın artması, şirketlerin yaşamının öncelik olmasından kaynaklı olarak sadece kâr esas alınıyor; ne bileyim, iş güvenliği açısından alınması gereken tedbir ve benzeri konular ele alınmıyor, onlara öncelik verilmiyor, sadece büyüme esaslı yani kâr esaslı bir büyüme modeli alınıyor ve bunun getirdiği sonuç da bir kalkınmaya, bir refaha, ülke içerisinde topyekûn bir kalkınmaya yol açmıyor tabii ki.

Tabii, iktidar, Cumhurbaşkanı 30 Kasım 2021 tarihinde yeni ekonomik modeli açıkladı. Kabine toplantısında yapılan açıklamada Türk lirasının değer kaybetmesine bağlı olarak oluşan rekabetçi döviz kurları sayesinde cari işlemler fazlası oluşacağı, döviz bolluğu ve düşük faizle birlikte üretim, yatırım ve istihdamın artacağı ve nihayetinde enflasyonun düşeceğini hedeflediklerini ifade ederek yani bu yöndeki bir hedefle bu yeni ekonomik modeli açıkladı.

Tabii, yeni ekonomik modelin temeline baktığımız zaman, esasında, yine bahsetmiş olduğumuz gibi, toplumun büyük kesimlerinin özellikle işçi, emekçi kesimin üzerinden bir büyüme esası alıyor; diğer taraftan da sonuçta istenilen seviyeye varmıyor çünkü yani o günden bu güne bakıldığı zaman, düşük kur politikasında bir yılda 6 kez faiz düşürüldü ve 19’dan 12’ye indirildi. Peki, bu faizin indirilmesi ekonomide bir canlanma yarattı mı? Türkiye’de işte enflasyonun düşmesine sebep oldu mu? Yani bütünüyle bütün ekonomistlerin ortak görüşü şu -ki bizim de pratik olarak yaşadığımız- bankaların kârı arttı yani doğrudan bankalara transfer pompalanması anlamına geldi yani. Onun haricinde, bu faiz politikası, düşük kur politikası ne bankalardaki faizi düşürdü ne esnafın aldığı kredideki faizi düşürdü, hiçbir şekilde bir faydası olmadı, sadece bankaları fonlamaya yaradı ve bu anlamıyla da buradan da bir kalkınma, bir topyekûn büyüme olduğunu söylememiz mümkün olamıyor maalesef.

Bu yeni ekonomik model açıklandığında politika faizi Eylül 2021 itibarıyla -yani eylül karşılaştırması yaptığımızda- politika faizi yüzde 16’dan yüzde 12’ye düştü, dolar kuru 8,5 liradan 18,3’tü, şimdi 18,70’lerde. Yıllık resmî enflasyon 19,6’dan 85,5’a çıktı, eylül itibarıyla 83,5’ti. Dış ticaret açığı da Eylül 2020’de 29,8 milyar dolardan Eylül 2022’de 70,4 milyar dolara çıkmış durumda. Türkiye’nin dış ticaret açığı yılın ilk yedi ayında 62 milyar 177 milyon dolara yükseldi, dış ticaret açığı 2021 yılının aynı döneminde 25 milyar 510 milyon dolar idi. 2014’ten bu yana, aynı dönemde en yüksek açık, 2014 yılında 55,2 milyar dolarla görülmüştü. Yani yeni ekonomik model arzu edilen sonucu vermediği gibi, diğer taraftan da ucuz iş gücü üzerinden yürütülen bir ekonomik model olması nedeniyle de toplumdaki refah seviyesini de düşüren bir model oldu.

Şimdi, iktidar partisinin milletvekilleri ve sözcülerinden zaman zaman duyarsınız yani özellikle bu Suriyeliler, mültecilerle ilgili ettikleri laflarda. Yani şöyle diyorlar, örneğin Sayın Özhaseki ne demiş: “Bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyor.” Diğer taraftan “Suriyeliler olmazsa ekonomi batar.” gibi iktidar kanadından edilen birçok laflar var. Peki, bunlar niye ediliyor? İşte bu, ucuz iş gücünün temelinde bir göçmen politikasıyla bağlantılı olduğunu da ifade etmemiz gerekiyor. Yani ülkedeki tutulan göçmenler, Suriyeliler başta olmak üzere, bunlar ciddi bir şekilde ticaret hayatı içerisinde ucuz işgücü olarak istihdam ediliyor, bulunduruyorlar. Zaman zaman hani şovlar yapılıyor, genelde bunu İçişleri Bakanı yapıyor, bu tür şovları seven birisi yani hakikatten uzak, şovla yaşayan birisi. Şu tür şovlar yapıyor: İşte “Şurada, şu kadar göçmen alındı, yakalandı, gönderildi.” Yani biz milletvekili olarak dolaşıyoruz, atölyeleri dolaşıyoruz özellikle tekstil atölyelerini, çeşitli imalat sanayisindeki fabrikaları dolaştığınız zaman orada 12 yaşındaki çocukların nasıl çalıştırıldığını çok net bir şekilde gözlerinizle görürsünüz. Yani birkaç büyük atölyeleri dolaştığınız zaman -ben İstanbul Milletvekiliyim- İstanbul’daki tekstil atölyelerini ve imalat sektöründeki fabrikaları dolaştığımızda hakikaten bu 12 yaşındaki, 13 yaşındaki çocukların buralarda nasıl sömürüldüğünü… Türkiye’nin bununla övünmesi değil, utanması gereken bir şey olduğunu eğer bir utanma duygunuz varsa çok net bir şekilde yüzünüz kızararak izliyorsunuz. Çünkü o çocuklar, kendi çocuğunuz olsa böyle bir şeyi yapabilir misiniz, böyle bir şeye müsaade eder misiniz? O işverenler, acımasız bir şekilde o çocukları oralarda çalıştırıyorlar ama bir taraftan da iktidar buna göz yumuyor. Yani iktidar, kimin nerede ne yaptığını bilmiyor mu? Buraları denetleme imkânı yok mu? Var ama işine öyle geliyor çünkü yapmış oldukları açıklamalardan da çok net bir şekilde zaten “Bu Suriyeliler olmasa, o çocuklar olmasa ekonominin batacağını, birçok sanayinin yerle bir olacağını” kendileri itiraf ediyorlar. Bu anlamıyla bu, bizim açımızdan ucuz iş gücüne dayalı bir ekonomik büyüme modeli; ülke açısından, iktidar açından, bir bütün olarak siyasetçiler açısından övünülecek bir şey değil tam tersine utanılacak, yüzlerimizin kızaracağı bir durum olması gerekiyor. Bunu ifade etmemiz gerekir. Tabii, bunun sosyal sorunları da beraberinde getirdiğini ifade etmemiz gerekir. Yani bir ülkede gelir dağılımındaki eşitsizlik ve adaletsizlik, ülkedeki sosyal sorunların da artmasına neden olacaktır. Tabii, siz bunu herkesi terörist ilan ederek bertaraf etmeyi düşünebilirsiniz ya da güvenlikçi politikalarla bertaraf etmeyi düşünebilirsiniz. “Evime ekmek götüremiyorum.” diyen insanlarını hemen terörist ilan ederek bunu bertaraf etmeyi düşünebilirsiniz ama bu bir yere kadar dayanır, sizin güvenlikçi politikalarınız da bir yere kadar gider. En nihayetinde toplum artık kendi çoluğunun çocuğunun yaşamını devam ettiremeyecek noktaya geldiği zaman büyük sosyal patlamalara da yol açar. Bu sonuçlara da sebep olduğunuzu yani bu politikalarla bu sonuçlara doğru gidildiğini ve bu sonuçlara da sebep olduğunuzu da ifade etmemiz gerekiyor.

Şimdi, tabii, diğer taraftan, bu yeni ekonomik model sonucunda enflasyonda düşme oldu mu? Yeni açıklandı, işte, enflasyon TÜİK verilerine göre yüzde 85,51 olmuş, ENAG bunu yüzde 185 olarak açıklıyor. Arada bu kadar uçurumun olması da ayrı bir vaka. Yani artık TÜİK’e güvenin azaldığını kamuoyu yoklamalarından da hepimiz biliyoruz. Yani TÜİK’in kendisi esasında bir dezenformasyon kurumu hâline dönüşmüş durumda. Bu anlamıyla hiçbir güvenirliği de kalmamış ama ona rağmen enflasyon yüzde 85,51 olarak ifade ediliyor ve artan oranda gidiyor. Bu da yeni ekonomik model politikasının aslında istenilen, arzu edilen ekonomik seviyeleri de sağlamadığını görmemiz gerekiyor.

Şimdi bununla birlikte tabii, bu ekonomik vasatlık, ekonomik gidişat esnafı da ciddi bir şekilde etkiliyor. Biz -sanırım geçen aydı- Sanayi Bakanıyla ve Enerji Bakanıyla birlikte Hamburg’a gittik, komisyon olarak her partiden temsilcilerle enerji fuarına katıldık; ben de HDP’yi temsilen oradaydım. Oradaki Hamburg Fuarı’nda Türkiye’yle iş yapan firmalarla da görüştük, Türkiye’yle ortaklık yapan firmalar vardı, onların stantlarını gezdik, dolaştık ve söyledikleri şuydu: “Biz örneğin doların 50 lira olmasına razıyız ama yeter ki bir istikrar olsun ve önümüzü görelim. Hani, kaça çıkacaksa çıksın ama biz ürün alırken, ürün satarken, maliyet oluştururken bunu bilelim ve planlamamızı ona göre yapalım. Şu anda fiyat veremiyoruz, planlama yapamıyoruz, maliyet oluşturamıyoruz çünkü bugünkü vermiş olduğumuz fiyat yarın için geçerli olmuyor. Böyle bir sıkıntı içerisindeyiz.” diye her gittiğimiz oradaki, fuardaki Türkiye’yle iş yapan -Türkiye’den firmalar da vardı orada- onların ortak yakındıkları husus olmuştu. Bu anlamıyla, -hani yükü- işletmeciler de büyük ihracat yapan firmalar da ithalat yapan firmalar da tabii ki de küçük esnaf da KOBİ’ler de bir bütün olarak bu ekonomideki istikrarsızlık ve kurun bu kadar artması ve maliyet oluşturmama üzerindeki sıkıntılarını ifade ediyorlar. Tabii, bunun sorumlusu tabii ki iktidar yani ve dediğimiz gibi bu oluşturduğu yeni ekonomik model sonucunda bu noktaya gelinmiş durumda.

Tabii, esnafların ciddi borçları ve sorunları var. Ekonomik krizin faturası giderek daha ağırlaşırken binlerce şirketin battığı, borçla ayakta kalmaya çalışanların ise aldıkları kredileri ödeyememe riskiyle karşı karşıya kaldığı, Türkiye’de uzmanlara göre 2022 yılı yoksullukla tarihe geçecek bir yıl olarak karşımızda durmakta. Batık kredi miktarı 161 milyar liraya dayanırken UYAP verilerine göre icra dairelerindeki icra ve iflas dosya sayısı haziran itibarıyla 23 milyon 779 bine çıktı. Bu yılın ilk beş ayında kapanan esnaf sayısı geçen ayın aynı dönemine göre yüzde 18 artışla 47.128’e fırladı. Türkiye’de 2,5 milyon esnaf var, bunların her birinde 3 kişi çalıştığını farz edersek esnaf direkt 7 milyon 500 bin kişiye de istihdam sağlıyor.

Burada ifade edildi, özellikle bu AVM’ler meselesi çok ciddi sıkıntı. Yani AVM’ler meselesi sadece esnafı bitirmesi açısından, esnafa verdiği zarar açısından değil; diğer taraftan, -Türkiye’deki enerji- dünya genelinde bir enerji sorunundan bahsediyoruz, enerji sıkıntısından bahsediyoruz, özellikle Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte… Şu anda Türkiye’deki üretilen elektriğin önemli bir kesiminin bu AVM’lerde harcandığını da bilmemiz gerekiyor yani hane halkıyla kıyasladığımız zaman, ya da işte, bu küçük işletmelerle kıyasladığınız zaman AVM’lerin ciddi bir şekilde enerji sarfiyatı oluşturan yerler olduğunu da ifade etmemiz lazım.

Belki bu, Bakanlığın konusu değil ama aklıma gelmişken söyleyeyim, bizim odalarımızda, şu anda Mecliste bulunduğumuz odalarımızda gündüz elektrik açmadan duramıyoruz, ya, bu nasıl bir planlamadır, bu nasıl bir enerji tasarrufu bakış açısıdır? Yani böyle planlamadan, böyle odalar mı yapılır yani şu anda odalarda elektrik yakmadan durulamıyor ve bunun bir bütün olarak ülkenin, hakikaten doğanın, çevrenin, her şeyin zararına bir şey olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

Keza zincir marketler konusu… Neredeyse en küçük köylere kadar giren bu zincir marketlerde her türlü ürün satılıyor, her türlü ürün -yani arkadaşlar örnek verdi- canlı hayvana kadar satılıyor ve bunlar ciddi bir şekilde esnafa zarar veriyor. Yani bunun dünya örneklerini biliyoruz, hani dünya örneklerinde kimi günlerde saat sınırlaması, haftalık çalışma sınırlaması gibi meselelerle karşı karşıya tutulduklarını biliyoruz ama Türkiye’de hiçbir sınırlamaya maruz kalmadan çalışıyorlar ama buna rağmen de -İstanbul’dan, gezdiğim birçok AVM’den biliyorum- birçokları artık bu giderleri ve enerji sarfiyatını karşılayamaz hâle gelip özellikle pandemiden sonra dükkanlarını kapattılar. Bununla ilgili nokta örnekleri de verebilirim ama şu an onun üzerinde fazla durmadan devam edeyim.

Şimdi, esnafın ekonomik krizle birlikte ayakta kalma süresi kısaldı, iki yılı doldurmadan kapanan esnaf sayısı artıyor. Aynı dükkanın 10 defa devredildiğini hepimiz oturduğumuz sokaklardan, mahallelerden de biliyoruz. Her gün, devren kiralık, satılık lokanta, bakkal, kafe gibi birçok orta ölçekli işletmeyle karşı karşıya kaldığımızı hepimiz yaşıyoruzdur, biliyorum çünkü.

Batık KOBİ kredi miktarı 2 Nisan 2022 itibarıyla 62 milyar 407 milyon liraya çıktı, takipteki KOBİ sayısı 300 bine dayandı. Özellikle tabii, pandeminin getirdiği sıkıntılar ve pandemi sürecinde KOBİ’lerin desteklenmesi değil, bunlara borç verilmesi, kredi verilmesi ve bunların geri ödemesinin istenmesi gibi birçok nedenden dolayı ciddi sıkıntılar ve borç batağında olduklarını, dükkan kapatmak zorunda kaldıklarını biliyoruz ve ciddi bir şekilde iflaslar ve icralık olmalar var.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ – Son yarım dakikanız.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Bu limanlar ve gümrükler meselesi… “Burada şu kadar kokain yakalandı, bu kadar eroin yakalandı.” diye övünülmesi esasında çok övünülecek bir şey değil. Bunlar, ülkenin nasıl bir kokain ve eroin üssü hâline dönüştüğünü gösteriyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ – Birkaç cümleyle toparlarsanız, süreniz bitti.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) – Evet, efendim.

Bitiriyorum Sayın Başkanım, son bir dakika. Diğer taraftan, Bakanlığınız içerisindeki çoklu maaş alanlar var Sayın Bakan. Hani bunların etik olmadığını bilmeniz gerekir, belki hukuki olarak bir sorun teşkil etmeyebilir ama etik olarak hiç uygun değil.

Diğer taraftan, Soma madenci yakınlarına tekme atan Yusuf Yerkel’in de Almanya’da bir ticaret ataşesi olarak görevlendirilmesinin de yine etik bir davranış olmadığını size hatırlatmak isterim.

Ruhsar Pekcan’la ilgili yolsuzlukların üstünün kapatılmasının da sizlere yani Parlamentodan tanıdığımız Mehmet Muş’a da açıkçası yakıştıramadığımızı ifade etmek isteriz.

Ben teşekkür ediyorum.

akenanoglu

alikenanoglu.net
Başa dön tuşu